Filmisyen
  • Anasayfa
  • Aşk En Çok Burada
  • Ailecek
  • Komiksel
  • Dram
    • Aşklı Dram
    • Fantastiksel Dram
    • Ruhsal Dönüşümler
Tür: Dram
IMDb: 7,1
Yönetmen: Boudewijn Koole
Oyuncular: Rick Lens, Loek Peters, Cahit Ölmez

Oyuncular kısmını altı çizili olarak tekil yazmak isterdim. Bu kadar güzel bir oyunculuğu üstlenebilmek için bir karganın desteği mi gerekiyor? Hollanda yapımı film bu başarısına rağmen niçin bu kadar bir uca atılmış bilmiyorum. 64. Berlin film festivalinde iki ödüle sahiptir kendileri. Diğer üç ödülünden bahsetmiyorum bile. 

Çocuğumun böyle yaşayacağını bilsem anında bir iki yumurta bırakacağım sağa sola. O nasıl oyunculuktur, o nasıl tatlı bir saç  şeklidir yarabbim. Baştan aşağı tüm tebriği hak ediyor Rick Lens, alışması gereken yeni aile sisteminde arzuları ile gerçekleri ayırt etmeye çalıştığı kesit aktarılmış perdeye. 


Kapak fotoğrafı ile anında izleme isteği uyandıran filmlerden, en azından benim için kapak önemli. İzlendiği anda asla pişman olmayacağınızı anlıyorsunuz, öyle bir güzelliği var. Gerçekliğe bir türlü hüzün bırakıyorsunuz, bazen rahatsız oluyorsunuz ama arada iyimserliğe ve o doğal çocukluğa gülümsüyorsunuz. Sonuçta aynı anda hem hüzünlendiren hem de gülümseten çok az şey yaşıyoruz fani hayatımızda. 


10 yaşlarındasınız ve babanız dünyadaki en önemli insan, kazanmak istediğiniz şey sadece onun gönlü. Güzel bakışları, gülümsemesi. Jojo'nun ana amacı bu, buna ek sahiplendiği kargayı onun hakkında bir iki cümle bilgi aktarımları filmin başarısını ikiye katlamış. İlk aşk deneyimlemesi ise ekstra olmuş. Sonuçta bir kargayı sahiplenirseniz size ömrünüz boyunca dost olur, düşmanlığı ise oldukça trajikomik. 

Sadeliğinin ihtişamında izleyiniz..

Tür: Dram, Komedi
IMDb: 6,9
Yönetmen: Peter Chelsom
Oyuncular: John Cusack, Kate Beckinsale, Jeremy Piven

Ne hoş bir kelime değil mi? *Beklenmedik şeyler bulma şansı, *Kazara değerli şeyler keşifler yapabilme...

 İnsanın tek kelime "Tesadüf" diye Türkçeleştiresi gelmiyor açıkçası. 
Hayatımın sizler için çok küçük; benim için ise muazzam büyüklükte bir anını kaplayan konuyu içeriyor. 

İzlediğim bazı filmlerde 'tesadüfleri siz yaratırsınız' mottosu hakimdi. Burada ise farklı bir bakış açısı var, "bekleyin tesadüfler size de ışık olacak, hayatınızı ona göre şekillendireceksiniz" diyor. Bu daha heyecanlı sanıyorum. 


Başta ben de çok haksızca buldum, abartı buldum insan hayatının bu denli plansız bir şekilde su yoluna bırakılmasını, bu fikriyle örtüşmüyor benim hayat felsefem. Ama yine de çokça sevdim bu hikayeyi. Tam yılbaşı öncesi filminiz olabilir. 

Hani şarkıda diyor ya "Belki de benim kağıt param bir şekilde döne dolaşa senin cebine girmiştir, olamaz mı? Olabilir..." 
İşte onun filmi ^^ 


Belki o kağıt parçası dönüp dolaştığında hayatları 180 derece  değiştirme yetkisiyle bütünleşiyordur. Bizler böyle yaşamıyoruz. Hayatımızın pamuk ipliğine sarılı olduğunu unutup onu halatlarla sıkı bir düğüm atarak bağlıyoruz sağlam kazıklara... -kendimizi böyle inandırıyoruz daha doğru aslında- Küçük tesadüflere seviniyoruz ama işaretlere inanmıyoruz.

İçinizi böyle küçük sarhoşluklar yaratarak ısıtacak bir hayata konuk olacaksınız.

O kuralcı, kontrolcü yapınızdan kurtulup;  sıcacık battaniyenizin altında, kendinizi işaretlerin gülümseten ışıklarına bırakarak izleyiniz. 

Tür: Dram
IMDb: 8,0 
Yönetmen: Lütfi Akad
Oyuncular: Türkan Şoray , İzzet Günay , Ayfer Feray 

​Tabii ki öyle yapacaktım; yine, yeni, yeniden izleyip paylaşmam gerekiyordu. Çünkü yeni kalsın yeniler ama eski dosttan düşman mı olurmuş hiç, seviyoruz.

 Siyah beyaz bir hayal dünyası sunacak taa 1968'lerden gelen filmimiz. Madem Türk sinemasının 100. yılını kutluyoruz biraz da eskilere gitmek icap etti. 

Okuduğum derginin Kasım sayısını açınca ne zamandır izlemediğimi fark ettim. Özlemişim tabii ki Sabiha dedim "gel seninle bir daha ağlayalım yaşanmışlara, yaşanmamışlara bir de hiç yaşanmayacaklara..." 

O zamanki, hikayelerin samimiyetiyle izliyorum tabii, şimdiki aklı fikri duyguları bir kenara bırakacak kadar serbest olmak gerekiyor. Çünkü Sabiha ya ancak o şekilde ulaşabiliyorsunuz. 

Kocamustafapaşa'da manavı olan; evli ve iki çocuklu Halil, bir gece arkadaşlarına uyarak hiç adeti olmayan gazinoya gider. Birden karşısına Sabiha çıkar. O an o kadar güzel ki, şimdi izlediğimiz hiçbir teknoloji o anın ateşini hissettirmiyor. Ses kesiliyor bir müddet sonra Sabiha'nın "Bir sigara içebilir miyim?" diyen sesi bölüyor sükunu, o kırılma anına tanık oluyorsunuz. Sabiha gazinoda konsomatrislik yapıyor. Ama Halil İstanbul'un ağır beyefendilerinden. Elinde olmaksızın kendini hep orada buluyor, aksi gibi Sabiha da kendini hep Halil'de...


Sabiha'nın sadece barınaktı burası dediği evi yuvaya çeviriyor Halil; bugüne kadar onun görmediği sahiplenmeyle, aşkla ve iyi niyetle. 

Her şey Sabiha Halil'in evli olduğunu öğrenecesiye kadar devam ediyor. Nasıl olsa gidecek evini özler diyor Sabiha. Önceleri Halil'e dokunan elini sımsıkı yumruk yapıp basıyor göğsüne. O istemesin beni diyor, dimdik.


***
-Her birimiz yolumuza gitsek.
-Yolumuz?
-Öyle.

-Birleşti biliyorum.
-Birleşecek gibi değil, benim yolum başka. Seni tanıdıktan sonra anladım; senlen beraber olduktan sonra, sevgi de yetmiyormuş çok eskiden rastlaşacaktık .


***
Sabiha*
- Evli miymiş sorsana?
- Soramam.

- Neden?
- Ya evet derse.

Halil*
- Başka biri mi var, dostu; oynaşı mı var, biri mi çıktı ortaya?
- Bilmem kendisine sor.
- Sormam.
- Neden?
- Evet derse.



Böyle işte. Böyle aynı. 
***

Önce Sabiha için başkasını bıçaklıyor Halil, içeri giriyor. Sabiha yollarını gözlese de belli etmiyor yanına bile gitmiyor belki vazgeçer diye. Halil hapisten çıkınca ilk Sabiha'ya gidiyor. Onu çalışırken bulunca bir bıçak darbesini de Sabiha'ya tattırıyor. Ama bir kere daha yıkıyor Sabiha, Hayır diyor ben kazayla yaptım o yapmadı. 

Halil de bizim gibi diyor: Asıl şimdi beni yıktı.
Çünkü yine daha güçlü olduğunu kanıtlıyor Sabiha. Hastahaneye gidiyor, çıkınca peşinden gidiyor ama ... onun dediği gibi oluyor. 

Eğer olması gerektiği halde olmuyorsa "Daha önceden rastlaşmak gerekiyor" sonradan hissedilenlerin kader üzerinde bir yaptırımı yok. Ama kader var. 

Bir de; film boyunca Sabiha'yı kişilik olarak hiç küçümsemiyorlar, inanır mısınız? Her şeye rağmen dimdik duruyor Sabiha. Seviyorum diye ölmüyor; seviyorum ama vazgeçebilirim diye diye ölüyor. 

"Ne demekse o demek" tadında izleyiniz. 


Bu kararı çok zor verdim. Hangi kararı mı? İlk yayınlanan Kore yapımı olanı mı, yoksa sonraki ABD yapımını mı sizlerle paylaşsam diye. Ben ilk ABD yapımını izlemiştim, kalbime ilk o dokundu, ona karar verdim. 

Tür: Dram, Komedi, Romatik
IMDb: 6,3
Yönetmen: Yann Samuell
Oyuncular: Elisha Cuthbert , Jesse Bradford 


Charles Below; Jordan Roark, R-O-A-R-K.  

Charles; aşırı sarhoş, ayakta duramayan, güzel ve genç kızımız Jordan'ı metronun önüne düşmekten son anda kurtarır ve hikayemiz tam da burada başlar. 
Jordan her gün kendini kaybedercesine içiyor, güzelliği, çılgınlığı, eğlenceli hali ve tabii ki Charles'ın hayatına kattığı renk peşinden gitmeye bir sebep. Kattığı rengin yanında tamamıyla alt-üst ediyor bir de...
Amaçsız tavırları, hayata ve karşısındakilere karşı hissettiği sorumlulukları, kaçtıkları ya da saklayamadıkları hepsi size masalsı bir tatta sunuluyor. Aynı zamanda gelecekten gelen adam konulu hikayeleri var, her fırsatta okutup tepkileri de kendi istediği şekilde aldığı... 
Evet, çoğu şeyi kendi istediği şekilde yapıyor; yaptırıyor. Başta şımarık, kaprisli, amaçsız gelen Jordan acısını itiraf edince ona sarılmak geliyor insanın içinden, geçsin diye... 
Her şeyi öğrendikten sonra sahnelere bir kere daha dönüyorsunuz. İyi ki, diyorsunuz; iyi ki öyle yapmış ve Charlie iyi ki kabul etmiş kırmamış, baksanıza ne kadar da güzel gülüyor nasıl da kırılgan... 
Gördüklerinizden çok bilmeniz gerekenler var. Hayata da bakış açısı böyle olmalı, her şeyin ve her kesin dışarıya göstermek istemediği yaraları var. Görmüyorsunuz, belki de umrunuzda değil ama olsun. 


Parkta Charlie'nin arkasından bağırıken ya da mektubu okurken -ikisi de hala ezberimde- acısını tüm hücrelerimde hissedebildim, ne kadar tarifsiz olduğunu da görebildim, öylesine kalbini açıyor size işte. 


2009'da ilk izlediğimde de Jordan'ı böyle sevmiştim, içten. 
Samimi olmak için iyi davranmak gerekmiyordu, kendini sevdirmek de gerekmiyordu ki konunun bunlarla alakası bile yok, bizce. Olduğu ya da olmak istediği gibi değildi Jordan; olması gereken gibiydi. Canı acıyordu, canı yanan diğer insanlardan biraz da farklıydı. 
Umutsuzca zamanı bekledi, o ağacın altında olabilmek için şu an bir şeyler feda edebilirdim derim, sonunda göreceksiniz. Bir bekleyeni vardı Jordan'ın,geleceği günü bekleyen bu zamanı da habersiz ve tarifsiz çabalarla dolduran; kendi kadar samimi, içten. -Charlie. 
Deli gibi ağlatmıyor sizi film, üzmüyor; sadece size duygusunu geçirebiliyor. Benim için buydu önemli olan.


"Kader; sevdiğin kişi için tesadüflerden bir köprü inşa etmektir." diyor filmde. 
Tesadüfler, olması gereken başlangıçlardır aslında; önüne geçemediğiniz her ne varsa. 
Ve Tanrı, size zamanın birinde "bak senin için bunu yazdım" deyip gülümsüyor. 
Ah, diyorsunuz. Ah bu ben...

Geleceğe, o güzel köprüleri inşa ederek izleyiniz...

Tür: Dram, Komedi, Müziksel
IMDb: 7,5
Yönetmen: John Carney
Oyuncular: Keira Knightley, Mark Ruffalo, Adam Levine

Olmasaydı sonumuz böyle..

Yıllarca her şeyinizden ödünç vererek desteklediğiniz adamın peşinden hayallerini gerçekleştirmeye kalkıp New York'a gittiniz mi bilmem, gitmeden tüm şarkılarına fikir verip albümünün hit parçasını yazdınız mı onu da bilemiyorum ama ortada bir emek varsa çoğunlukla sizindir bundan eminim. Biraz koruyucu oldu sanırım, ayrımcılık değil haklıyım diyen herkes haklıdır, kalbi çürümemişse tabii. 


Gretta, yansıtılmak istenenin aksine oldukça güçsüz ve bir hayli acı çeken baş karakterimiz. Bu acıya eş değer başarısı da bir hayli takdir edilesi. Hele bu acıyla bütünleştirdiği şarkı sözleri muazzam. Döneminiz ne olursa olsun izleyeceğiniz döneme bir hayli umut katacak, kesin. 

Gretta ve  Dave'in beraber kurduklarını sandıkları düzenin Dave tarafından (hiç gocunmadan yazıyorum) ahlaksızca sarsılmasının üzerine Gretta'nın hayatına bir şekilde devam etmesini izliyoruz. O kadar umutlu o kadar başarılı ve o kadar müzik dolu. Bu umut ve başarının baş sorumlusu ise illegal adamımız Dan. 


Baştan sona sıkılmadan izleyeceğiniz oldukça eğlenceli ama bir köşede yüreğinizi sıkıştıran bir film. Tam anlamıyla bir Pazartesi filmi. Gretta'nın iniş çıkışlarında ve New York'un büyüsünde kalarak izleyiniz. 

Tür: Dram, Fantastik, Romantik
IMDb: 7,9
Yönetmen: Jaco Van Dormael
Oyuncular: Jared Leto, Sarah Polley, Diane Kruger

"Eğer hiçbirini seçmezsek, bütün olasılıklar varlığını sürdürür."

Yıllar önce tren yolculuklarımın herhangi bir köşesine sıkıştırıp izlediğim filmi yazmamış olmam çok ilginç. Buralarda nefes alan filmlerin hepsi bir şekilde hayatımın bir köşesinde. Aslında onların nefes almasını isteyen benden başkası değil. Her ne kadar bilim kurgu filmiymiş gibi gözükse de bana kalırsa baştan aşağı fantastik bir dram hikayesi. Bana kalırsa dram olacak tabii, başka ne olabilir?


"Eğer patates püresi ile sosu karıştırırsan daha sonra ayıramazsın, sonsuza dek. Babanın sigarasından çıkan duman bir daha asla içine dönmez. Geri dönemeyiz. Seçmek, bu yüzden zordur."

2092 yılında dünyada kalmış son ölümlü olan 117 yaşındaki Nemo'nun etrafında döneceğiz bu defa. İzlenmiş ancak tozlu raflarda yazılmayı bekleyen güzelli filmlerden biri. En güzel nefes alanlara katıp karıştırdığım için Pazartesi'yi bile sevebilirim.

Ölüm döşeğindeki Nemo küçük bir çocukken bir peronda durduğunu hatırlar. Tren kalkmak üzeredir, annesiyle mi gitmeli yoksa babasıyla mı kalmalıdır? 
Nemo'nun vereceği karar sonsuz olasılığı doğurmaktadır. Olasılıklara ek pek çok gezegen, iki ölüm ve sevilecek kadınlar..




"Bu hayatların her biri doğru olan. Her yol doğru yol. Her şey başka bir şey olabilirdi ve en az bunun kadar anlam ifade ederdi."




Tür: Dram, Polisiye
Yönetmen : Ömer Kavur
Oyuncular : Macit Koper , Sahika Tekand , Orhan Çagman , Serra Yılmaz
IMDb: 7,9

Yusuf Atılgan'ın aynı isimli romanından uyarlamadır.
 Bu size önce kitabını okuyup sonra filmini izleme zevkini tattıracak psikolojik bir durum. 
Film 1980'lerde geçiyor, bulabileceğiniz yerlerde filmin de hd görüntülendiğini söyleyemeyeceğim ama değinmek istediğim nokta şudur ki, zaten "niye böyle" diyeceğiniz bir yere takılmayacaksınız. 



Zebercet. 
Anayurt Otelinin işletmecisi, filmimizin ve romanımızın baş kahramanı. Yani hayatına tanıklık edeceğiniz; onu, haberi yokken izleyeceğiniz meşhur sıradan adam. Yıllar önce oteli ona teslim etmişler, o da gece gündüz tatil bilmeden bu otelde sadece beklemiş. Yanına bir de gündelikçi kadın almış yıllar yılı üst kat ve alt kat arasına sıkışmış ama derinliğinde sade kalamayan bir hikaye . 


Anayurt Oteli istasyona yakındır. Trene yetişemeyenler, öğrenciler, öğretmenler, sınava gelenler, askere teslim olanlar, günübirlik ilişkisini otelde sonlandırmak isteyenler... Hepsi bir gün Anayurt otelinin kapısını çalmış, misafiri olmuş. 
Zebercet ise sadece bir perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının yolunu gözler. Onun kendisiyle kurmuş olduğu kısa 2-3 kelimeyi, bütün filme ve size cinsel bir düş gibi sığdırarak hayatını paylaşacak.. Bakıldığında sadelikte çığır aşmış,sıradan bir adamdır Zebercet ama denildiği kadar da ^sağlam^ mı acaba?


Yalnız, tek başına sürüklenen bir hayatın o hiç bozulmayan seyrinde müthiş takıntılarıyla ilerleyen bir adamın kısa-durağan öyküsü. 


Kimselere takılmadan izleyiniz. 



 Tür: Dram, Fantastik,Romatik
Yönetmen:  Richard Curtis
Oyuncular: Domhnall Gleeson, Rachel McAdams , Bill Nighy
IMDb:  7,8/10

Hayatınızın her dakikasını istediğiniz ölçüde tekrar yaşama fırsatınız olsaydı desem? 

Klişe bir soru gibi geliyor ama düşündüğünüzde kalbinizi ısıtmıyor mu, benim yakıyor. Yaptığınız toz tanesi kadar küçük hatalarınızı bile değiştirebilseniz, yaşadığınız o en muazzam dakikaları tekrar tekrar bir de bilinçli halinizle geçirebilseniz; dünya daha yaşanır bir yer olmaz mıydı? *Denemeye değer. 
Her gününüzü tek bilet- tek seans sinema filmi gibi yaşayın ve onları geri istemeyin her şey ilk defasıyla güzel düşüncesini bencilce bulanlardanım. İnsanız ve sonunu bilmediğimiz ama kafamızda masalsı başlayan ya da düşünürken bile mutlu eden şeyleri ne pahasına olursa olsun yaşamaya bayılıyoruz. 
Bir kere dünyaya gelme amacımız bu: daha iyisini istemek; hep bir şeyler istemek...

Düşünsenize hiç bitmesini istemediğiniz günleri tekrar yaşayacaksınız.  
"Seni bir kere  öpsem ikinin hatırı kalıyordu; iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük " 
der sevdiğim şair. 
Boynu bükük kalmasın üçüncülerin...

Belki bir daha göremeyeceğimiz sevdiklerimizle doyasıya; içimizi çıkartırcasına yaşayabilirdik. 

*Duyuyorum, insan sevdiği şeylere/kimselere nasıl doysun?


Tim ve Mary.. 
Tim başlarda bir kaç kez farklı atmosferlerde Mary ile tanışıyor. Bu tanışmaların hepsini seviyorsunuz, yakışıklı değil ama sempatik Tim bunu öyle başarıyor. 
Mary'i The Time Traveller's Wife'tan biliyoruz ve seviyoruz; artık daha çok seveceğiz. Onun o soft romantik saçları belki biraz demode kahküllleri yine sempatikliğiyle karışacak film boyunca. Tim ise şanslı genlere sahip; bulunduğu ailenin erkekleri zamanda yolculuk yapabiliyor. 
Bu güne kadar izlediğimiz zamanda yolculuk filmleri acıydı, burada değil. 

Bir zamanda yolculuk böyle de sımsıcak işlenebilirdi, dedirtiyor. 

Zamanla, pişmanlıklarla, aşkla ve kaderle ilgilenen filmlere daha bir içten bakıyorum bu doğru.. 
Yaşadığınız aşkın pişmanlıkla ve geçen zamanla ilgisi varsa kaderi suçlamak ona bir daha inanmamak elden gelen en kolay şey, bunu da biliyorum. Ama her şey aşk değil, bazen birini mutlu etmek için küçük dokunuşlar yapıyorsunuz 
ve
 h e r ş e y   d e ğ i ş i y o r . 

Çünkü ben kelebek etkisine gönülden inanıyorum. İşte Tim bu anları iyi niyetiyle doğru orantılı kullanıyor. 

Tim der ki, "bazen bu seyahatleri kullanmaya gerek duymuyorsunuz, çünkü anlar çok kıymetli." 

Tabii ilk zamanlarda söylüyor bunu, sonra o anların kıymetini öyle bir biliyor ki bunları iki kez yaşamanın gerekliliğini işliyor içinize ve ızdıraplı bir istek duyuyorsunuz tam da o vakit: "O anı bir kere daha yaşamak için her şeyi yapardım" dediğiniz an/ları tokat gibi çarpıyor yüzünüze.. 


Bazen bazı filmleri anlatmak istemiyorum çünkü eğer bunu beceremezsem sizden güzel bir an çalmış gibi olurum, böyle inanıyorum. İzleyince anlayacaksınız. 


*T: Hiç yağmur yağmamış bir günde mi evlenmek isterdin?
 M: Asla, bu günü hiçbir şeye değişmem *
*repliği, düğündeki o mis gibi şarkı eşliğinde Mary'nin küçük omuz dansıyla Tim'e doğru geliği an o kadar izlenilesi ki..
Ayrıca metrodaki çalan şarkı ...


-Basit bir kelime gibi değil altı çizili- gerçekten doyasıya yaşayarak izleyiniz. 







Tür: Animasyon, Kısa Film, Gerilim
IMDb: 7,3
Yönetmen: Chris Lavis, Maciek Szczerbowski
Oyuncular: Laurie Maher

Yapımı yaklaşık 3 yıl sürmüş stop motion türünün oldukça kaliteli örneği kısa film. İçerisinde barındırdığı her ruh halinden nasibinizi alıyorsunuz. Tedirgince sahneleri seyrederken ağlamaktan kızarmış gözlere denk geldiğinizde paramparça ediyor sizi. Kısa film deyip geçmeyin koca hayatınızın bir kısmını alıp gidiyor. 

Keyifli seyirler..

Tür: Dram, Komedi, Gizem
IMDb: 7,7
Yönetmen: Krzysztof Kieslowski
Oyuncular: Zbigniew Zamachowski, Julie Delpy, Janusz Gajos

 Ah Kieslowski, kalbimizi sızlatmaya bir kez daha cüret etmişsin. Kızmak değil, yankılamak içinde tarif edemediğin şeyleri, filmin her sahnesinde bakışları bir bir içine hapsetmek. İkili ilişkilerde ne yaşanır bilmem ama Kieslowski'nin anlattıkları her zaman yaşanıyor. 

Bunun kaderle ya da Kieslowski ile bir ilgisi yok, tamamen çok sevmekle alakalı. Serinin ikinci filmi ve yine bir deha ile karşı karşıyasınız. Polonya'lı göçmen Karol'ın hikayesi. Karısının sonsuz utanç kaynağı sebebiyle boşamasından sonra eski hayatına geri dönmeyi çabalıyor, bu sahnelerde eğlenseniz de umudunuzu kıracak yerler pek yakında.  

- Seni seviyorum desem anlamayacaksın, senden nefret ediyorum desem onu da anlamayacaksın, seni istiyorum, sana ihtiyacım var dememi de anlamayacaksın,
+ Anlıyor musun?
- Hayır...


Tamamen farklı birisi olmaya başlayan Karol başta eşi olmak üzere tüm arkadaşlarını ve parasını kaybetmiştir. Yeniden bir şeylere tutunmaya ek yapılacak tek bir şey var; intikam! Sıcak mı yenir soğuk mu bilmem ama bu derece aşk doluyken de yenmez yahu. Hazımsızlık yapar. Aşk ve intikam üzerine yapılmış en güzel anlatımlardan birisi White, serinin bir Blue hali olmasa da bana kalan apayrı sahneleri var. Keyifli seyirler.. 

“Bil ki; yaşadıklarınla değil, yaşattıklarınla anılırsın ve unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.”

Tür : Dram
IMDb: 7,2 
Yönetmen: Kim ki-Duk
Oyuncular: Min-So Jo, Jung-Jin Lee, Ki-Hong Woo

  Biz her ne kadar izledikten sonra yine Kore ve yine duygusal vahşeti ele almış bir intikam filmi desek de Kim-ki Duk'a göre konu intikam değil; paranın insanlara neler yaptıracağıyla ilgili tamamen. Filmi izleyin, siz de söz sahibi olabilin bence. Pieta, Dünya prömiyerini 2012 Venedik Film Festivalinde yapan ve burdan ödülle dönebilen rahatsız filmlerimizden .


Bir bebekten katil yaratılır filmleri hep sevgisiz Koreli çocukların kaderi mi diyordu okuduğum bir yazıda.. Öyle mi bilemem ama sanırım bazı şeyler göründüğü gibi değil demenin Korecesi oluyordur. 
Ama kalbinizi taşa da dönse bir tutam sevgi sizi mantıktan koparıp hissel yaşantıya döndürebiliyor. Tek damlası bile kalbi yeniden yeşertmeye yetebiliyor. 
*Çalkalıyorlar; dibine çökmüş olan sevgi kendine geliyor. 


Annesi o daha çok küçükken terk edilmiş çocuğumuzdur, Gang Do; film başlarında duygularını kaybetmiş ve kimseninkileri de önemsemeyen gaddar bir tahsilatçı basitçe.  Sonra birden annesi yeniden gelecek belki de.. Olamaz mı?  Bu kez belki terk edilmemek için işinden vazgeçecek; peşinden gelecekler klişesi mi olacak.. 


Son sahne bana OldBoi hatırlattı. Güllerin içinden kendi kızının çıktığını görmüştü bizim ihtiyar delikanlı. 
Gang Do da kendi için örülmüş kazağıyla annesinin yanında usul usul yatacak, yatamazsa kalkar annesinden kalanları yeşertmek için etrafını sular, değil mi? 
Kalp taş olmaktan çıktıktan sonra baktığınız duvara bile pembe bakıyorsunuz, o tarif edilemez duygular hep o anların verdiği inanılmaz derin boşluklar oluyor... Aslında içinizde yaratılmış manevi çukurlar.  



Hayatı iyisiyle de kötüsüyle de sadece yaşayarak izleyin...

Tür: Dram, Müzik, Gizem
IMDb: 8,0
Yönetmen: Krzysztof Kieslowski
Oyuncular: Juliette Binoche, Zbigniew Zamachowski, Julie Delpy

- Neden ağlıyorsun?
+ Çünkü siz ağlamıyorsunuz.

Polonya'lı deha diye bahsediyorlar hakkında. Bir film görselinden arakladım ismini ben de bazen bir resim hayatınızı değiştirebiliyor kısmı bende farklı işliyor. 



Bir trafik kazasında eşini ve çocuğunu kaybeden Julie'nin kendini bir türlü toparlayamamasını konu edinmiş film. Ama bu kadar vurucu ve yaralayıcı sahneleri hep kendi yanınıza ayırıyorsunuz keza soundtrack'lar da aynı şekilde. Bu kadar hüzün ve bu kadar vicdani duygular ön plandayken sabrınızın bir şekilde sönmesine neden olan gerçeklerle yüzleşiyorsunuz. Üzerinizden koca bir fil kalkıyor o sırada.

"Artık tek bir şey yapmam gerektiğini öğrendim; hiçbir şey."



Kurgulanmış en güzel sahneleri barındırıyor benim için, Julie'nin yüzleştiği gerçekten sonra kocaman bir "Oh!" çekiyorsunuz, Julie için. Yürürken geçmişine inat ellerini duvara sürrtüğü sahneden tutun yüzleştiği gerçekten sonra yaptığı her hamleye kadar kalbimin en güzel nefes alanlarında. Üçlemenin ilk ve en güzeli, diğer renklerde görüşürüz. İyi seyirler..

“Eğer meleklerin diliyle konuşsam; ama sevgim olmasa ben bir hiçim.”

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

HAKKIMIZDA

1d77c03ec7fc89d934da799ec5223a16.jpg
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.

Ecem, Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor. İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^

Ben, Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.

Bizi Takip Edebileceğiniz Bağlantılar

POPULAR POSTS

  • Joker, 2019
  • Million Dollar Baby, 2004
  • 500 Days Of Summer, 2009
  • True Romance, 1993
  • The Nice Guys, 2016
  • Her Şey Çok Güzel Olacak, 1998
  • Bana Masal Anlatma, 2015
  • Once Upon a Time... in Hollywood, 2019
  • Never Let Me Go, 2010
  • Edward Scissorhands, 1990

Spotify

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Katkıda bulunanlar

  • Ecem Akanur
  • filmisyen
Powered By Blogger

Blog Arşiv

  • ►  2023 (1)
    • ►  Mart (1)
  • ►  2022 (3)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (1)
  • ►  2021 (1)
    • ►  Mart (1)
  • ►  2020 (14)
    • ►  Aralık (3)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Nisan (4)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2019 (16)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ekim (5)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (2)
  • ►  2018 (11)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Şubat (3)
  • ►  2017 (14)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Mayıs (2)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (5)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2016 (15)
    • ►  Kasım (3)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (2)
    • ►  Mart (4)
    • ►  Şubat (2)
  • ►  2015 (24)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (2)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (5)
    • ►  Şubat (3)
    • ►  Ocak (9)
  • ▼  2014 (30)
    • ▼  Aralık (6)
      • Kauwboy, 2012
      • Serendipity, 2001
      • Vesikalı Yarim, 1968
      • My Sassy Girl, 2008
      • Begin Again, 2013
      • Mr. Nobody, 2009
    • ►  Kasım (5)
      • Anayurt Oteli, 1986
      • About Time, 2013
      • Madame Tutli-Putli, 2007
      • Three Colors: White, 1994
      • Pieta (Acı), 2012
    • ►  Ekim (3)
      • Three Colors: Blue, 1993
    • ►  Eylül (5)
    • ►  Ağustos (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (2)
    • ►  Nisan (2)
    • ►  Mart (3)
    • ►  Şubat (1)
  • ►  2013 (2)
    • ►  Mayıs (2)
Bumerang - Yazarkafe

İzleyiciler

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Kötüye Kullanım Bildir

Designed by OddThemes | Distributed by Gooyaabi Templates