Havalar güzellikle seyretse de Ekim ayının ülkemize sirayet ettiğini parklarda görmekle birlikte romantik filmlere ve eski sevgililere de dönüş vakti gelmiştir. (İkincisini evde denemeyin). İki eski sevgilinin/eşin güzel ayrılmak kaydıyla yıllar sonra arkadaş olmasına pozitif bakıyorum. Hatta kim bilir ne güzel şeydir pek tabii herkesin eski duyguları kül olup uçmuşsa.
Filmin ilk sahnesinde anne olmak benim kalbimi ağrıttı, tebrikler Jane Adler, anne olmak çok zor. Ki Jane aldatılmış; daha da kötüsü belki de, kendinden sadece yaşça küçük ve bedence gergin biriyle aldatılmış üç çocuk annesi bir aşçıdır. Kabullendiği bazı gerçeklerin tam olarak öyle olmadığını fark ettiğinde rota yeniden oluşturuluyor. Aşk için yapılan her şey mübahsa şayet sinsirellalık bile 7'den 7'ye bizden kabul ediliyor. Jane'in bünyesinde eğreti duran bu sinsirellalığa, o kusursuz sevincine şahit olduktan sonra yanlışsa da yanlış olsun diyeceksiniz heyecanla.
Bu hayat başka insanlara göre yaşamak için biraz fazla kısa ve riskli. Bir ayağımızı hep dışarıda tutarken içeride kalan ayağımızla da istediklerimizi yapabilmeliyiz. Filmdeki düzene(!) karşı oluşun aslında yanlışı savunuyor olmamızın tek anlamı raskolnikov sendromu bence, ben buldum.
Bazı hayatlar bir kere yaşanır ama bazıları ikinciyi de muhakkak hak ederler. Tanıdığımız ve bildiğimiz yerden gelecek her iyi şeye kucak açtığımız gibi kötüsüne de kalbimizi yeniden çevirebiliyoruz. Bir yerde okumuştum; insan karşı karşıya kaldığı bir acının ne zaman biteceğini biliyorsa buna dayanabiliyormuş şayet bilmiyorsa dayanmak zorlaşıyor ve hissedilen acı da kat be kat artıyormuş. Belirsizlik acıtır fakat bilinen kötüyse bile severiz deneyi sanırım.
" Home sweet home..."
Aşkta ve savaşta iki kişinin %40'ı tek kişinin %99'unu tek elle dövebilir.
Tam bir #tbt filmi değil de ne! Birlikteliği hak eden her güzel ilişki için izleyiniz.
Çok uzun zamandır bahsetme fırsatı bulduğumuz, bahsetmeye de devam edeceğimiz bir masal. Disney ile hayatımıza girdiğini sansak da bir yerlerde bu masalı kurgulayan birileri mutlaka var. Kabul etmeliyiz ama, bu eseri bugünlere getiren kıvılcımını öyle başarılı bir şekilde gölgede bırakıyor ki, hikayenin asıl sahibini araştırdığınızda bir kez daha hayran kalıyorsunuz. Hikayenin ilk sahibi Jeanne-Marie de Beaumont adında bir yazar. 18. yüzyıldan günümüze kadar gelen en bilinen masallardan biri.
"Bir kitap her şeyden kaçmanı sağlar."
Hikayenin çeşitli uyarlamaları, sezonluk dizisi de mevcut. Emma Watson, oyunculuğu dışında şarkı söyleme yeteneğini de sergilemiş. İtiraf etmeliyim ki; her sahnesinde aklıma muhteşem serüven Harry Potter geldi. Bir rolle nasıl bu kadar bütünleşebilirse o kadar bütünleşmiş, tüm ekip için geçerli elbet. Bir ara tüm seriyi yenilemeliyim, zamanı gelmiş. Bu filmi Eylül ile izledik, minik kız kardeşim. Konuya fazla hakim olmasından dolayı bilgi aktarımlı bir seyir oldu. Animasyon uyarlamasını daha fazla sevdiğimizi düşünsek de en az onun kadar kendisine kitledi bizi Beauty and the Beast.
Bu kadar çekici kılan şey de müzikal olmasıydı sanırım. Etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum. Herkesin bir anda şarkı söylemeye başlayıp dans ettiği sahnelerde ellerimizi birleştirip yerimizde kıpırdadık. Eylül'le aynı frekansta olmak bana her zaman çok iyi hissettirmiştir. Fazla hayvan sever olan kardeşimin canavar sevdiğini de bu filmle keşfetmiş oldum.
Bir masalı dinlemek, izlemek her insana aynı hissettirmez eminim. En gerçekçi bizmişiz gibi kurgulanmış peri masalları çoğu insanı rahatsız eder. Ben masalları sevmem diyen tüm insanlığa iyi geleceğini düşündüğüm bir uyarlama olmuş. Beyaz perde bu tarz hikayelere ulaşabildiği için çok şanslı, bizim şansımızdan bahsetmiyorum bile. Herkesin kendi masalında başrol olmasına olanak sağlıyor. Kendi peri masalınızda başrol oynamayı, frekanslarınızın aynı noktada buluşmasını istediğiniz miniklerinizle izleyebileceğiniz kaliteli bir film tavsiyesi.
Yıllarca bir şekilde karşıma çıkmış ancak tarzıma hitap etmeyeceğini düşündüğümden izlemediğim serinin ilk filmi, aslında tam olarak beni içine hapsedebilecek kadar güzelmiş. Önyargılarım kalp ben.
Daha önce izlemek için çeşitli bahanelerle fırsat yaratmayıp izledikten sonra altı ayda bir tekrarlamam gerektiği kanaatine vardım. Eleştirmenler, yönetmenler
ve birçok sinemasever tarafından eşit ölçüde beğenilen ve özel olarak her fırsatta dile getirilen İtalyan ailenin iç ilişkilerini anlatan filmimiz hakkında söyleyeceklerimi itina ile seçmem gerekiyor şu an. Sadece aile ilişkilerine değinildiği düşünülmemeli elbette ama benim için Baba'nın "Ailesiyle vakit geçirmeyen bir erkek asla gerçek bir erkek sayılmaz" demesiyle başlıyor film.
"Dostlarını kendine yakın tut, düşmanlarını daha da yakın."
Daha sonrasındaki kırılma sahnelerinde içime bu derece sineceğinden habersiz izlemeye başlamıştım elbette, bazen sizin için doğru olabileceğine inandığınız yoldan gitmek istemeyebilirsiniz. Kimse sizi zorla bir şeye inandıramaz, kendi kendinize gizlice inandığınız doğrularınızı ilk sıraya alabilirsiniz. Bir anda Michael Corleone olabilirsiniz mesela.
"Ona reddedemeyeceği bir teklif sunacağım."
Sinema tarihinin en etkili 2. repliğine sahip film sayesinde Corleone ailesiyle tanışıyoruz. Mario Puzzo'nun başyapıtında bir çok sahnede büyüleniyor, içiniz gıdıklanıyor ve psikolojinizle oynanıyor. Sonrasında ise etkisinden çıkmamak için tekrar tekrar aklınızda başa sarıyorsunuz filmi. İlk görsel beni çok etkileyen bir sahneydi, tüm aile üyeleri tamamlanmadan fotoğraf çekilmemişti. Bu derece bağlı bir ailenin nasıl da derinden dağılabildiğine tanıklık etmek oldukça rahatsız edici elbette. Mafya filmleriyle alakalı pek fazla yorum yapamayacak kadar az bilgiye sahip bir kişi olarak söylemeliyim ki, üzerine yapılmış hiçbir film bu kadar başarılı değildir.
"Bu dünyada herhangi bir şey kesinse, tarih bize bir şey öğretebildiyse, o da istediğin herkesi öldürebileceğindir."
Tüm bu gücün en belirgin ve devamlı ögelerinin bağlılık ve acımasızlık olması tüm karakterleri daha da güçlü olmaya zorluyor gibi. İhanet edenlerin sadece ölmesi gerektiği gerçeği gibi. Her yapay davranışın altındaki gerçeği fark ediyor olmaları gibi, Baba'nın kabul odasındaki asil duruşu, portakallar, kedi. İzlemeniz için ne gerekiyorsa yapınız. Devam filmlerine geçmek için sabırsızlanacaksınız.
Çocukluğumda okuduğum Şeker Portakalı'nı annem okurken çok üzüldü, gözünden yaş geldi diye hınçla okumaya başlamıştım. Annemi üzmeyi başarabilen bu eskice kitap neyin nesi diye... Ben de ilk başta kayıtsız okuduğum bu kitabı sonraları sadece kimsenin olmadığı zamanlarda veya geceleri okumaya başlamıştım; o iç çekmelerim duyulmasın diye. Yani aile boyu Zezé için ağladık biz. Öyle samimi, öyle bizden...
Bir kitabın ya bir filmin güzelliğini vücutlarımızdaki somut tepkilerle ölçmedim hiç. Ağladım ya da güldüm diye güzel olmadı hiçbir şey gözümde. Yani ağladık diye paylaşmıyorum ^ ^
Öyle ki küçük Zezé'yi kitabı okumuş olanlar zihinlerinde nasıl tasvir ettiler bilmiyorum ama filmdekini hiç yadırgamayacaklarının sözünü verebilirim. Öyle güzel bir ağzı, bükülü dudakları, yer çekimine karşı koyamayan inik kaşları ve üzüntüye hiç gelemeyip hemen yaşaran güzel gözleri öyle bedene bürünmüş ki evinizden biri gibi... Üzülmesine dayanamayıp ekrandan çıkarıp kollarınızın arasına alasınız geliyor Zezé'yi. Çünkü ufacık bir sevgi dokunuşuyla "içindeki şeytan"dan bir anda kurtulup arşa değecek kadar güzelleştiriyor dünyasını...
Bir de annesi... Kitabın, filmin, hikayenin tüm özeti Zezé'nin annesinin gözlerinde saklı sanki.
Söyleyecek çok şey var. Kardeşine içindeki kuşu verişine, büyük şehre gidebilmek için para kazanmaya çalışmasına ve dayak yerken bile babasını dinleyip o şarkıyı bağıra bağıra söylemesine dikkat veriniz. Hala kulaklarımda: "İhtiyar karımla yaşıyorum İkimizde meteliksiziz Sahip olduğumuz her şeyi sattık Ve yine acıktık Yağlı bir göbeği ve tembel bir kıçı var Şimdi ise ona kendini sat dedim" Zezé'nin ayağını yere vuruşuyla ve sevimli sesiyle dinleyiniz.
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.