Ted Danson'a ve yarattığı tüm mimarilere bayılıyorum ;) Göz kırpışlarım goes toooo "The Good Place"
Aaa bu film de neymiş diyerek 3.kez izlediğim filmi sanırım artık satırlara dökmek ve işaretlere inanmak için harika günler geçiriyorum. Şaşılacak bir romantik-fantastik hikaye. Böyle bir etiket var mı bilmiyorum.
Hayatınızı düzeltmek, ilişkinizi kurtarmak, evliliğinize yeni bir soluk getirmek istediğinizde kendinizi bir simülasyonun içinde gibi hissedebilirsiniz. Tabii ilk fark eden kazanır diye bir kural koymamışlar ne yazık ki! Yıllar öncesine bile dönseniz biri bir yerlerden çıkıp "hadi ama hissettiğin bu mu yani" diyerek uyandırabilir. Çünkü gerçek bu. Hayat devam ediyor ve siz zincirden koptunuz diye işleyiş bitmiyor. Harika bir yaratılmışlık var. Her şey değişmeye yeni bir boyut kazanmaya devam ediyor. Tıpkı ilişkiler gibi. Bu dünyadaki bütün ilişkiler bitebilir. Evrenin dönüş mekanizması öküzün üzerinde değil de bunun üzerinde olabilir.
Sonuç olarak beğendiğimiz/alıştığımız bedenlerin sadece içi değiştiğinde hoşumuza gitmeye başlayabilir. Çünkü "insanlar değişir; hisler değişir". Nerede kalıyorsanız kalın, kimi seçiyorsanız seçin kalbiniz nerede "huzur" denen anlamsız duyguyu buluyorsa oraya aitsinizdir. Yadırganmayacak kadar iyi bir tespit.
Belki de bir başka bedende bulacağınız muazzam aşklar için izleyiniz.
Gün içinde gözünüze takılan her görüntüyü kaydetmeye çalışır, farklı anlamlar yüklersiniz. Size göre bir yaprağın karşınızda kıpırdıyor olması, rüzgarın etkisiyle oluşmuyormuş gibi gelir. İçinizde ait olduğunuz bambaşka bir dünya vardır, görmek istediğiniz gibi görür. Yaşamak istediğiniz gibi yaşayamadığınız ne kadar an varsa tamamlarsınız orada.
Bir şeyler yapmanız gereklidir, okumak. Yazmak, izlemek. Mutlu hissettiren, başka hissettiren.
Paterson, gerçek olduğuna inandığı bir düzen kurmuş kendisine. Bana kalırsa da tam anlamıyla gerçek. Gün gün hayatında alışkanlık haline getirdiği detaylarda nasıl da aynı şeyleri yapsa da aynı düşünmediğini anlatıyor bize. Bir hafta boyunca hayatlarında kurdukları düzene ek kendilerine kattıklarını izletiyor Jarmusch. Düz bir konuda anlatmak istediğini usulca anlatıyor, görmek istediğiniz kadarını görüyor ve anlamak istediğiniz kadarını anlıyorsunuz. Yakın gelecek veya uzak. Hepimizin yaşadığı, yaşamaktan korktuğu bir hayatı var. Karısı ile benzemiyor gibi gözükseler de tıpatıp aynı hayatları. Kurdukları düzenlerinde oturtamadıkları bir sürü detay var. Birbirlerine olan sevgileriyle eksikliğin kendisini hiçbir zaman hissettirdiği gerçeğini dile getirmiyorlar bile. Dediğim gibi, görmek istedikleri gibi görüyorlar.
Kendilerine katıp karıştırmaya çalıştıkları alışkanlıklarında bir şeylerin sürekli tamamlanmamış olduğunu düşünüyorlar gibi ya da ben öyle düşündüğüm için öyle görüyorum. Herkese farklı hissettirecek büyük bir yapıt. Seyircileri ikiye bölen bir film. Ortası yok. Sürekli kendilerini memnun etmek için bir şeyler yapıyorlar, kumaşları boyuyor. Kek yapıyor, şiir yazıyorlar. Birbirlerine sarılarak uyanıyor, birbirlerini sarıyorlar.
"Bir şeyleri değiştirmeye kalkınca işler daha da kötüleşiyor."
Paterson, sıkılmaktan çatladığını düşünenler bile olmuştur eminim. Ama ben çok mutlu bir adam olarak hatırlayacağım seni, iyi seyirler.
Çok uzun zamandır bahsetme fırsatı bulduğumuz, bahsetmeye de devam edeceğimiz bir masal. Disney ile hayatımıza girdiğini sansak da bir yerlerde bu masalı kurgulayan birileri mutlaka var. Kabul etmeliyiz ama, bu eseri bugünlere getiren kıvılcımını öyle başarılı bir şekilde gölgede bırakıyor ki, hikayenin asıl sahibini araştırdığınızda bir kez daha hayran kalıyorsunuz. Hikayenin ilk sahibi Jeanne-Marie de Beaumont adında bir yazar. 18. yüzyıldan günümüze kadar gelen en bilinen masallardan biri.
"Bir kitap her şeyden kaçmanı sağlar."
Hikayenin çeşitli uyarlamaları, sezonluk dizisi de mevcut. Emma Watson, oyunculuğu dışında şarkı söyleme yeteneğini de sergilemiş. İtiraf etmeliyim ki; her sahnesinde aklıma muhteşem serüven Harry Potter geldi. Bir rolle nasıl bu kadar bütünleşebilirse o kadar bütünleşmiş, tüm ekip için geçerli elbet. Bir ara tüm seriyi yenilemeliyim, zamanı gelmiş. Bu filmi Eylül ile izledik, minik kız kardeşim. Konuya fazla hakim olmasından dolayı bilgi aktarımlı bir seyir oldu. Animasyon uyarlamasını daha fazla sevdiğimizi düşünsek de en az onun kadar kendisine kitledi bizi Beauty and the Beast.
Bu kadar çekici kılan şey de müzikal olmasıydı sanırım. Etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum. Herkesin bir anda şarkı söylemeye başlayıp dans ettiği sahnelerde ellerimizi birleştirip yerimizde kıpırdadık. Eylül'le aynı frekansta olmak bana her zaman çok iyi hissettirmiştir. Fazla hayvan sever olan kardeşimin canavar sevdiğini de bu filmle keşfetmiş oldum.
Bir masalı dinlemek, izlemek her insana aynı hissettirmez eminim. En gerçekçi bizmişiz gibi kurgulanmış peri masalları çoğu insanı rahatsız eder. Ben masalları sevmem diyen tüm insanlığa iyi geleceğini düşündüğüm bir uyarlama olmuş. Beyaz perde bu tarz hikayelere ulaşabildiği için çok şanslı, bizim şansımızdan bahsetmiyorum bile. Herkesin kendi masalında başrol olmasına olanak sağlıyor. Kendi peri masalınızda başrol oynamayı, frekanslarınızın aynı noktada buluşmasını istediğiniz miniklerinizle izleyebileceğiniz kaliteli bir film tavsiyesi.
Tür: Dram, Fantastik, Romantik IMDb: 7,2 Yönetmen: Lee Toland Krieger Oyuncular: Blake Lively, Michiel Huisman, Harrison Ford Yaşanan bazı anların tekrarlanmasına tanık ettiler bizi daha önce. Zamanda yolculuk filmlerinden bahsediyorum; tekrar tekrar yaşayıp anları güzelleştiren kimi zaman haksızlığı kimi zaman mutluluğu gördüğümüz... Fakat zamanda yolculuk yapmak değil de zamanın o çok uzun akışında birebir yaşamak büyük bir haksızlıktan başka ne olabilirdi?
Olduğumuz yerde saymanın vücut bulma haliydi Adaline. Kimsenin ona yetişememesi onun da hep 29 kalması... Uzaktan gelen davulun o hoş sesi gibi bu. Etrafınızdaki herkesin çöküşüne, bitişine ve gidişine tanık olmanız ve tüm bunlar olurken sizin açıklanamaz bir şekilde hiç yaşlanamamanız konu alınmış. Kendi öz kızınız yanınızda saçlarına ak düşürürken, yüzü kırışıklıklar içindeyken, sevdiğiniz adamlar birer birer ölürken hep 29 yaşında kalıp 29 yaşında görünmeniz büyük haksızlık; herkes için. Adaline, hayatının aynı okuduğum bir kitaptaki gibi kısmına misafir ediyor bizi. Kendisi sürekli kaçmanın, saklanmanın kimseye faydası olmadığının büyük bir kanıtı.
Öyle ki hikayenin en güzel kısmı bana göre inanılmaz bir "öngörü" yeteneğine sahip olması. Bu ne kadar şaibeli bir durum da olsa sırf bunun için bir kere denemek isterdik eminim.
O muazzam güzelliğiyle Blake Lively'nin bembeyaz saçlı kızına sarılışlarındaki tuhaflık ve kızının başkalarına "ben Adaline'ın büyükannesiyim" dediği anlardaki burukluk gayet iyi resmedilmiş. Her devirde tam bir güzellik abidesi olmayı başarmış bir kadın, nasıl da muazzam duruyor. Hikayenin sonunda saçlarının beyazladığını fark edip mutluluğu gözünden okunan Adaline için en az üç kere izlenir. Yaşlanıyor olabildiğinize şükredercesine izleyiniz.
Dünyanın ilk ve en güzel filmisyenin annesi, adaşım, pek severmiş Aamir Khan'ı :) Bizde sevdik! Hint filmi izlemem diye ortalarda dolanırdım yıllarca büyük bir ön yargıyla. Bu yargıdan vazgeçmem de 3 İdiots'u izlememle orantısal olarak kırıldı; tabii ki Aamir Khan'ın da etkisini yadsıyamam. "Evimizin abisi" diyor ona Filmisyen ...
İzledikten sonra ne kadar gündemsel bir film izledim dedim, içimden gele gele. Nasıl da bazen benim gibi diyor, bizim gibi diyor. Aynı kandan değiliz ama bizim dediklerim kendilerini biliyor.
Sizi yaratan tanrıya gönülden inanın ve sizi korusun diyor Peekay; ama kendi yatrattığınız tanrıyı korumayı bırakın! O yanlış numarayı veriyor ve onun yüzünden masum insanlar ölüyor..."
Değil mi ki işte gündem!
Değilse değil deyin, di ye me dim.
Peekay bambaşka bir gezegenden geliyor. İçerisinde hiç kıyafet giyilmediği ve kimsenin birbirine yalan söylemediği ... Aynı zamanda üzülen insanlara yapmaları söylenen öyle tatlı bir dans şekilleri var ki görmelisiniz.
Keşke biz de öyle dans ettiğimizde geçse, değil mi?
Her seferinde -yok diyorum düşündürecek bu kez ama ağlatmayacak, kalbimizi dağlamayacak- ama olmuyor. Nerden nasıl yapıyorsa gelip dokunuyor zaten "Sevgi bin kilometre ötede bile olsa gelir dokunur bize"
Pakistanlı Müslüman Sarfaraz ile Hint Jaggu'nun aşkıyla başlıyor film. Yanlış numara, bu aşkı bazı yerlerden kırıyor. Sormak lazım demek ki, sormadan çözülmeyecek şeyler var. olmaması gereken tesadüfler can sıkabiliyor. Programda Peekay ağlayarak her taşı yerine oturturken onunla devam edeceksiniz siz de. Bir de o boğaz düğümlenmeleri olmasa keşke.
Daha önce sorgulmadığınız şeyleri öyle güzel sorgulatacak ki, bu ne güzel dünya bakışı diyeceksiniz bazen. Söylemeden geçmeyelim Deizim'e göz kırpıyor çokça eleştirmene göre ki "bir Müslüman'a yakışmaz" diyen bile olmuş; duymak bile istemem. İnanmayabilirsiniz ya da çılgınlar gibi tam tersini olabilirsiniz; nasıl ki her şey için emir "oku"dur şimdi de izleyin. Yaratılmış en akıllı varlıklar olarak her şeyi görüp yüce aklınızla karar vermek sizlerin elinde. Toplum filmidir, yaşadığımız bazı şeyler için vicdana ve beyne çağrı yapan filmdir.
Din tüccarlarına, yalancılara ve kaderin belirsiz eşiğine saygıyla...
Yaşıtım bir film var karşımda, kendini bana izletmesine tek sebep ise filmin adı. Benimle bir büyümüş herhangi bir organım gibi, hissettiklerimi ben doğmadan ortaya çıkarmışlar gibi. Tony Scott bu açıdan bir çok güzel düşünceyi kazandı, benim gözümde.
Clarence ve Alabama, tanışma hikayeleri oldukça ilginç. Tele kız olarak çalışan Alabama'yı Clarence ile fazla asosyal olduğunu düşünen ve bu seferki doğum gününde farklı bir şeyler yapmasını istediği patronu karşılaştırıyor. Güzel bir akşam geçirmelerinin ardından birbirlerinden fazlaca hoşlanan çiftin tek bir engeli var, Alabama'nın çalıştığı yerde sorumlu olduğu sorunlu tipli adamlar.
Clarence, Alabama'nın eşyalarını almaya gittiğinde fazlaca kök salmış bir kötü adamı öldürüyor. Alabama'nın eşyalarının olduğu çantanın içinde ise Alabama'nın eşyaları harici çok önemli bir şey var. İşte tam burada Alabama'ya onun için bir adamı öldürdüğünü söylediğinde Alabama'nın "ama bu çok romantik!" tepkisiyle beni vuruyor film.
Peşlerine çok sağlam bir uyuşturucu çetesini takan çift dillere destan bir yolculuk yapıyor, zengin olduklarını düşünerek. Clarence'in babası ve çetenin sicilya muhabbeti, Alabama'nın Clarence'in öldüğünü düşünüp silahı eline alışı ve birbirlerini ağır yaralı bir şekilde taşıma sahneleriyle tam bir bombaydı. Uzun zamandır böyle bir film izlememişsinizdir eminim, keşfediniz.
"Eğer hiçbirini seçmezsek, bütün olasılıklar varlığını sürdürür."
Yıllar önce tren yolculuklarımın herhangi bir köşesine sıkıştırıp izlediğim filmi yazmamış olmam çok ilginç. Buralarda nefes alan filmlerin hepsi bir şekilde hayatımın bir köşesinde. Aslında onların nefes almasını isteyen benden başkası değil. Her ne kadar bilim kurgu filmiymiş gibi gözükse de bana kalırsa baştan aşağı fantastik bir dram hikayesi. Bana kalırsa dram olacak tabii, başka ne olabilir?
"Eğer patates püresi ile sosu karıştırırsan daha sonra ayıramazsın, sonsuza dek. Babanın sigarasından çıkan duman bir daha asla içine dönmez. Geri dönemeyiz. Seçmek, bu yüzden zordur."
2092 yılında dünyada kalmış son ölümlü olan 117 yaşındaki Nemo'nun etrafında döneceğiz bu defa. İzlenmiş ancak tozlu raflarda yazılmayı bekleyen güzelli filmlerden biri. En güzel nefes alanlara katıp karıştırdığım için Pazartesi'yi bile sevebilirim.
Ölüm döşeğindeki Nemo küçük bir çocukken bir peronda durduğunu hatırlar. Tren kalkmak üzeredir, annesiyle mi gitmeli yoksa babasıyla mı kalmalıdır? Nemo'nun vereceği karar sonsuz olasılığı doğurmaktadır. Olasılıklara ek pek çok gezegen, iki ölüm ve sevilecek kadınlar..
"Bu hayatların her biri doğru olan. Her yol doğru yol. Her şey başka bir şey olabilirdi ve en az bunun kadar anlam ifade ederdi."
Hayatınızın her dakikasını istediğiniz ölçüde tekrar yaşama fırsatınız olsaydı desem?
Klişe bir soru gibi geliyor ama düşündüğünüzde kalbinizi ısıtmıyor mu, benim yakıyor. Yaptığınız toz tanesi kadar küçük hatalarınızı bile değiştirebilseniz, yaşadığınız o en muazzam dakikaları tekrar tekrar bir de bilinçli halinizle geçirebilseniz; dünya daha yaşanır bir yer olmaz mıydı? *Denemeye değer.
Her gününüzü tek bilet- tek seans sinema filmi gibi yaşayın ve onları geri istemeyin her şey ilk defasıyla güzel düşüncesini bencilce bulanlardanım. İnsanız ve sonunu bilmediğimiz ama kafamızda masalsı başlayan ya da düşünürken bile mutlu eden şeyleri ne pahasına olursa olsun yaşamaya bayılıyoruz.
Bir kere dünyaya gelme amacımız bu: daha iyisini istemek; hep bir şeyler istemek...
Düşünsenize hiç bitmesini istemediğiniz günleri tekrar yaşayacaksınız.
"Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu; iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük "
der sevdiğim şair.
Boynu bükük kalmasın üçüncülerin...
Belki bir daha göremeyeceğimiz sevdiklerimizle doyasıya; içimizi çıkartırcasına yaşayabilirdik.
*Duyuyorum, insan sevdiği şeylere/kimselere nasıl doysun?
Tim ve Mary..
Tim başlarda bir kaç kez farklı atmosferlerde Mary ile tanışıyor. Bu tanışmaların hepsini seviyorsunuz, yakışıklı değil ama sempatik Tim bunu öyle başarıyor.
Mary'i The Time Traveller's Wife'tan biliyoruz ve seviyoruz; artık daha çok seveceğiz. Onun o soft romantik saçları belki biraz demode kahküllleri yine sempatikliğiyle karışacak film boyunca. Tim ise şanslı genlere sahip; bulunduğu ailenin erkekleri zamanda yolculuk yapabiliyor.
Bu güne kadar izlediğimiz zamanda yolculuk filmleri acıydı, burada değil.
Bir zamanda yolculuk böyle de sımsıcak işlenebilirdi, dedirtiyor.
Zamanla, pişmanlıklarla, aşkla ve kaderle ilgilenen filmlere daha bir içten bakıyorum bu doğru..
Yaşadığınız aşkın pişmanlıkla ve geçen zamanla ilgisi varsa kaderi suçlamak ona bir daha inanmamak elden gelen en kolay şey, bunu da biliyorum. Ama her şey aşk değil, bazen birini mutlu etmek için küçük dokunuşlar yapıyorsunuz
ve
h e r ş e y d e ğ i ş i y o r .
Çünkü ben kelebek etkisine gönülden inanıyorum. İşte Tim bu anları iyi niyetiyle doğru orantılı kullanıyor.
Tim der ki, "bazen bu seyahatleri kullanmaya gerek duymuyorsunuz, çünkü anlar çok kıymetli."
Tabii ilk zamanlarda söylüyor bunu, sonra o anların kıymetini öyle bir biliyor ki bunları iki kez yaşamanın gerekliliğini işliyor içinize ve ızdıraplı bir istek duyuyorsunuz tam da o vakit: "O anı bir kere daha yaşamak için her şeyi yapardım" dediğiniz an/ları tokat gibi çarpıyor yüzünüze..
Bazen bazı filmleri anlatmak istemiyorum çünkü eğer bunu beceremezsem sizden güzel bir an çalmış gibi olurum, böyle inanıyorum. İzleyince anlayacaksınız.
*T: Hiç yağmur yağmamış bir günde mi evlenmek isterdin?
M: Asla, bu günü hiçbir şeye değişmem *
*repliği, düğündeki o mis gibi şarkı eşliğinde Mary'nin küçük omuz dansıyla Tim'e doğru geliği an o kadar izlenilesi ki..
İzle, dediği bir filmi yine,yeniden -çook önceden izlemiş olduğumu hatırlayarak- izleyip; müthiş zevk verici bu olayı kendi kendime kutladığım bir film daha.
Doğru insan, doğru yer; yanlış zaman.. Tıpkı onun dediği gibi. "Yanlış insan olmadığına şüphe yok ama zaman doğru değil.."
Zaman dediğimiz bu tuhaf canavar, ne kadar acımasız öyle değil mi? Bazen sınırları zorlarcasına süründürüyor; bazen dalga geçer gibi yarı yolda bırakabiliyor. Ya geç kalıyorsunuz ya da çok erken gelmiş oluyorsunuz ki en mühimi hep kısıtlı.
Kaderden hep bahsediyoruz daha da halk diliyle 'hayırlısından'.. Ama şunu kendimize öğretemiyoruz hiçbir şey değil; olması gereken iyisiyle de kötüsüyle de oluyor.
Alex ve Kate kadere dokunabilen ve benim gözümde gerçekten 'kahraman' olan film kahramanları..
Fantastik öyküler seçmekten yorulmuyorum veya yaşadığımız hayatlarda olması imkansızlığın bile sınırlarını zorladığı hatta hiçbir şekilde olması mümkün olmayanları seçtiğim doğru. Fakat siz yaşadığınız aşkları; ilişkileri ya da hayatları nasıl küçümseyebiliyorsunuz? Onları nasıl bu fantastik ya da imkanları zorlayan filmlerin konularından ayrı tutabiliyorsunuz? Yanınızdaki adamı/kadını ilk kez sizin hatırladığınız bir zamanda gördüğünüz ne malum? Nerede birbirinize ilk kez gülümsediğinizi nereden biliyorsunuz? Ya da da ha önce kolunuzun yolda yürürken rastgele birbirine değmediğini?
Ben bilmiyorum ve şiddetle umuyorum ki ilk kez benim bildiğim zamanda karşılaşmış olalım. Çünkü muazzam bir insanı daha önce o kadar yakından görüp hiçbir şey yapmamış olmak zamanı suçlamak için biraz fazla ağır.
Alex ve Kate; o, adeta ev diyerek küçümsedikleri, benim ise görsel şölen diye tabir edebileceğim yerdeki belki de hayatınızda hiç tahayyül etmediğiniz bir tesadüfle birliktelikleri başlayacak iki apayrı insan.
2004'ten bir adam, 2006'dan bir kadın; 2008'de bambaşka bir boyut..
Birbirlerine yetişmeye ya da beklemeye aşkla bağlı kalmış insanlar.. Biliyorum filmden sonra, mektup yazmak isteyeceksiniz ve adım kadar eminim o evde yaşayabilmek için müthiş bir istek duyacaksınız..
İzlerken herkesin peşinden koşmayı bırakın. 2014 yılının bu sıcak Eylül'ünün filmi olmayabilir. Belki daha çok yağmurda, battaniye altında; elde kahve veya çayla gidebilecek bir film ama kızgın Temmuz'a bile meydan okur, diyorum.
" İki kalp birbirine bu kadar yakın, iki kalp birbirine bu kadar benzer ve duyguları bu kadar uyumlu olabilir.." Aynı siz, değil mi? Çünkü aynı biz.
Kate'in korkuyla ağlamasına rağmen, Alex'in sabrıyla izleyiniz..
Johhny Depp'in çevrelediği filmlerin en güzeli, bana göre. Tim Burton'ın yaşatmak istediği rengarenk hayattan yavaşça siyah beyazlaştırdığı ve hayatın gerçek rengini gösterdiği kocaman bir 105 dakika. Şüphesiz sorma fırsatımız olsa oynadığı en güzel rol sorusuna cevabı Edward Scissorhands olur.
Küçük bir çocuğun babannesine sorduğu soruyla başlayan hikayenin içerisindeki bu hikaye kozmetik temsilcisi Peg Boggs tarafından örülmeye başlanır. Edward şehrin en metruk fakat süslü konağında yaşayan yaşadığından sadece kendisinin haberi olan kendimce elleri olmayan en güzel yaratıktır. Yaratık dediğime bakmayın, yaratıkların da kalbi vardır.
Bir mucit tarafından buluşunun bir parçası olarak yaratılır ancak elleri tamamlanmadan mucit ölür. Bundan sonrası ellerini kullanmak istediğinde çevresine zarar veren Edward'ın yaşam mücadelesine dönüşüyor. Peg ve ailesiyle yaşamaya başlayan Edward o güzel toplum baskısıyla mücadele etmeye başlıyor. Kısa sürede mahallenin diline dolanan güzellikleriyle ailenin yanında hayatını devam ettiriyor ancak Peg'in kızı Kim'e aşık olarak..
İşte tam bu sahnede her şey siyaha dönüşüyor. Grileşiyor daha çok. Bağzı sahneleri kalbimize kazıyoruz bu onlardan biri bir diğeri de şurada. Sizin için fazlaca ütopik olsa da benim için gerçeğin yanında konaklıyor bu kurgu. Edward, farkındalığını alıştırmaya çalıştığı toplumda aşkı yüzünden büründüğü kötülüklerle anılıyor. İstemeden oluyor her biri, istenmeden.
Ah cağızlarım bu toplumda neden her şey bu kadar zor?
Aşkınız için neye büründüğünüzün ne önemi var, bürünmekten bir hal alarak izleyiniz. Bu arada şimdiden bir Edward Scissorhand hayranı oldunuz, kutlarım!
Tom Cruise'un, "Heey, ben Tom Cruise'um " dediği film.
Takatinizin kalmadığı; yorgun olduğunuz veya aklınızda başka düşüncelerin olduğu anlar bu filmi izlemek için uygun değil. Dağıtıyor.
Bilimkurgu filmler arasında aşk için olabilecek, en azından benim kabul gördüğüm en iyilerden.
"David, open your eyes."
Bir anda yüzünüz düşecek belki. "Hayır ya,nasıl? Olamaz değil mi? Eğer olduysa kötü çünkü" filmi.
"David zora geldiği zaman kaçıyor mu?
Sophia ne zamana kadar varoldu?
Julia'dan tedirgin olmakla haklı mıyız?" filmi.
-Bize bir bak.. Ben kaldım; sen öldün. Ve ben hala seni seviyorum.
-Bu bir sorun.
filmi.
Size asla canımın istediği gibi anlatamam, kendi gözlerinizle bakmalısınız. Güvendiğiniz şey; tek bir özellikse eğer, bu kötü. Çünkü onu sizden aldıklarında saldırganlığın beraberinde güçsüzlük kaplıyor dünyanızı. O, size yanlış yaptırıyor.
Sakin olun; 'gözlerinizi açın'.
" Belki ikimizin de kedi olduğu bir hayatta seni tekrar bulurum. "
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.