"Tüm hayatım boyunca gerçekten var olup olmadığımı anlayamadım, ama varım."
Onlarca kişi bir salonda Arthur'un Joker'e dönüşmesini ve kötülüklerin gölgesinde kalmak zorunda olmasını anlamaya çalıştık. Salondan çıktığımızda kaç kişi anladı sizce, belki 3 ya da 5. Geri kalan herkesin topluma ayak uyduramayan, fiziksel/biyolojik bir bireyi gördüğünde nasıl davranacağını ve davrandığını biliyoruz. Bu bir miktar sitem, her birine o gücü kim veriyor orası tartışılır elbet.
"Ya iyi olarak ölürsün ya da kötüye dönüşecek kadar uzun yaşarsın."
Arthur, sen dünyanın en şanssız çocuğusun. Dünyaya adapte olma çaban muazzam, şartların geliştirdiği o küçük dünyana sığamamış olma hikayen bize muhteşem bir film izlettirdi. Bu konuda çok fazla gelgitli tartışmalar var, o zaman öyleydi şimdi böyle. Ledger zaten kalbimizin Joker'i, onu asla arka plana atamayız. Bence bir an önce objektif bir şekilde tadına varın bu filmin.
"Umarım ölümüm hayatımdan daha mantıklı olur."
Hayatın belirli dönemlerinde hepimizin bir kırılma noktaları vardır, her gün bir kırılma anı yaşayan Arthur'un artık tüm sisteme yavaşça öfkelenmesi ve tüm bu denge bozukluğundan yaptığı hataların onu rahatsız etmemeye başlamasıyla gerçek bir Joker ortaya çıkarır. Phoneix, çiçeğim. Dünyanın en karakteristik suratına sahipsin ve muhteşem bir iz daha bıraktın. Gönül oscarımız sana gitti bile, bu ağır drama ile benim kalbimi yine en derinden fethettin. Neden "yine" dediğimi merak edenler için bir örnek; Her, 2013
"Doğru, doğru... Bu yaptığımız doğru mu diye önce tereddüt etmem gerekir. Sonra sen bana "yanlış ya da doğru diye bir şey yok, yalnızca anı yaşamak var" dersin. Sonra ben bir yandan sana aslında çok istediğime dair işaretler verirken, diğer yandan da istemediğimi söylerim. Ki zaten dinlemeyeceğin için ne dediğimin bir önemi de yoktur. Çünkü senin için bu bağ kurmakla ilgili bir şey değil. Hatta seksle ilgili bile değil. Kendin olmanın verdiği acıdan birkaç saatliğine uzaklaşmakla ilgili. Halbuki benim için hiç sorun değil çünkü zaten benim istediğim de bu!"
Maggie ve ilaç mümessili Jamie arasında geçen bu konuşmayla başlıyor aslında film. Olacak olanları bir şekilde bilip içtenlikle kucak açıyorsun, başına gelecek olaylara karşı duruşunu bozmadığını düşünsen de bir yerde aslında hiç durmuyor olduğunun farkına varıyorsun. Sonrası zaten bir kaç kırgınlık, keşke tüm bunlara gerek olmadan o anın büyüsüne biraz daha kaptırmış olsaydım diyorsun. Sen söylemesen bile ışık hızında zihninden geçiyor bir anda.
“Bazen, en çok istediğiniz şeyler gerçekleşmez.
Bazen de, hiçbir zaman tahmin etmediğiniz şeyler gerçekleşir."
Edward Zwick tarzı dışındaki romantik komedi ve klişe diyebileceğimiz konusuyla yakalamış olduğu başarının farkında mı acaba. Bir şekilde kesişen yollarında(ah o canım yollar) birbirlerinin yaşam tarzlarına ve gelecek planlarına uyduramayacak gibi gözüken hayatlarında, hikayenin çok dışında kalmak isteyeceğiniz bir gerçeklik içerisinde aktarmışlar konuyu. Anne Hathaway zaten tüm güzelliklerin emsali gibi ışıl ışıl parlıyor.
Film Jamie Reidy adında Pfizer markasının ilaç satıcısı olan yazara ait bir romandan esinlenerek çekilmiş, bu bana kalırsa en can alıcı bilgi. Maggie'yi yavaş yavaş kaybedeceği bir hastalık içerisinde hayatı boyunca hiçbir zaman "seni seviyorum" dememiş ıssız adamımız Jamie'nin verdiği eğlenceli emek sahnelerinde keyiflenecek, tüm zorluklara rağmen gerçek olduğuna inandığı aşkının peşinden gitmesinde hüzünlenecek ve sürpriz sonunda da oldukça şaşıracaksınız.
"Binlerce insanla tanışıyorsunuz ama hiçbiri size gerçekten dokunmuyor.
Sonra, biriyle tanışıyorsunuz ve hayatınız değişiyor.
Lars! Canım Ryan Gosling... Biz buralarda kendisine full iltimas geçiyor kalbimizin el verdiğince de desteklerimizi esirgemiyoruz çünkü neden esirgeyelim? ^^
Lars, babasının ölümünden sonra iyice içine kapanan, sosyalleşmeyen ve özellikle de insanlarla temas kurmaktan rahatsız olan kahramanımız. Kardeşi Gus ve onun eşi Karin'in evlerinin garajında yaşamına devam etmeye çalışıyor. Bu süreçte onu insanların arasına karıştırmaya çalışan sürekli ilgilenen sosyalleşmesi için çabalayan Karin'in hakkını ödeyemese de sanırım bir adım atmaya çalışıyor ve arkadaşlarının bahsettiği bir kız arkadaş "ediniyor", Bianca. Başta her şey normal ilerlese de Karin'in Lars'ı ve kız arkadaşını yemeğe davet etmesiyle sevinçlerinin üzerine koca bir bulut çöküyor yani Bianca'nın internetten siparişle gelen, "edinilen" plastik bir sevgili olduğunu öğrenince...
Bu kırılma noktası üzerine aile doktorlarıyla görüşüyorlar ve Bianca'ya Lars'ın yaptığı gibi gerçek muamelesi yapmaları önerisini alıyorlar. Ve durum sadece çekirdek ailemizle sınırlı kalmıyor tüm kasabaya ulaşıyor. En çok tat veren, filmin tüm durağanlığa rağmen sessiz sedasız kocaman bir naiflikle ilerlemesini sağlayan; insana sevildiğini hissettiren de sanırım herkesin bir kişi için böyle anlamsız bir şeyi güzelleştirmesi ve normalleştirmesi. Durumu ne kadar allayıp pullasanız da normalleştirseniz de sanırım insan beyni bir yerde yanlışı görüyor. Çünkü Lars tüm bunlara rağmen bir yerlerde eksiklik hissediyor /görüyor olmalı ki durumu Karin'e şikayet ediyor, söyleniyor. Karin ise dünyanın en haklı isyanını ediyor o anda. "Değer vermediğimiz doğru değil. Bu kasabadaki herkes Bianca kendini evinde hissedebilsin diye uğraşıyor. Neden bu kadar çok gidecek yeri, yapacak bu kadar şeyi var sanıyorsun? Senin yüzünden, senin için. Çünkü bütün bu insanlar seni seviyorlar. Tekerlekli sandalyesini itiyoruz, işe alıp götürüyoruz. Eve getiriyoruz, yıkıyoruz, giydiriyoruz, yatağa yatırıyoruz, taşıyoruz. Bunların hiçbiri bizim için kolay değil! Ama yapıyoruz... Senin için... Bunca şeyden sonra nasıl olur da kalkıp değer vermediğimizi söylemeye cesaret edersin!" O kadar haklı ki.
Ne kadar yanlış olursanız olun, ne kadar aklınız yetmese de bazı şeylere bu dünyanın en güzel armağanı size "rağmen" sevgi besleyenlerin hayatınızda olması bence. Sizin için, sizi düşünen, hayatınızı kolaylaştıran belki de önünüze atılan taşları ayağınıza değmesin diye usulca kenara çeken insanların varlığı, dünyada başımıza gelen en güzel ödül; bu dünyayı yaşamaya değer kılan tatlı bir hediye... Bir yerlerde sizi tüm kötülüklerden sakınacak insanların varlığına inanarak izleyiniz.
Yusuf Atılgan'ın aynı isimli romanından uyarlamadır.
Bu size önce kitabını okuyup sonra filmini izleme zevkini tattıracak psikolojik bir durum.
Film 1980'lerde geçiyor, bulabileceğiniz yerlerde filmin de hd görüntülendiğini söyleyemeyeceğim ama değinmek istediğim nokta şudur ki, zaten "niye böyle" diyeceğiniz bir yere takılmayacaksınız.
Zebercet.
Anayurt Otelinin işletmecisi, filmimizin ve romanımızın baş kahramanı. Yani hayatına tanıklık edeceğiniz; onu, haberi yokken izleyeceğiniz meşhur sıradan adam. Yıllar önce oteli ona teslim etmişler, o da gece gündüz tatil bilmeden bu otelde sadece beklemiş. Yanına bir de gündelikçi kadın almış yıllar yılı üst kat ve alt kat arasına sıkışmış ama derinliğinde sade kalamayan bir hikaye .
Anayurt Oteli istasyona yakındır. Trene yetişemeyenler, öğrenciler, öğretmenler, sınava gelenler, askere teslim olanlar, günübirlik ilişkisini otelde sonlandırmak isteyenler... Hepsi bir gün Anayurt otelinin kapısını çalmış, misafiri olmuş.
Zebercet ise sadece bir perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının yolunu gözler. Onun kendisiyle kurmuş olduğu kısa 2-3 kelimeyi, bütün filme ve size cinsel bir düş gibi sığdırarak hayatını paylaşacak.. Bakıldığında sadelikte çığır aşmış,sıradan bir adamdır Zebercet ama denildiği kadar da ^sağlam^ mı acaba?
Yalnız, tek başına sürüklenen bir hayatın o hiç bozulmayan seyrinde müthiş takıntılarıyla ilerleyen bir adamın kısa-durağan öyküsü.
Bazı filmler vardır diyebileceğiniz kaç film var bilemiyorum ama bu gerçekten bazı filmlerden. Xavier Dolan'ı tanıdığım film olarak tarihte yerini aldı, zamanın akışına bırakmayıp kendimize yük edindiğimiz her şeyi aslında bir gün farkında olmadan omuzlarımızdan bırakmış olabileceğimizi hatırlatıyor. İki insanın aynı kişiye tutulmasından kaynaklı yaşadıkları karmaşık durumların ne gibi etkileri oluyor o kadar güzel aktarmış ki, sen gönüllerin yönetmeni olacaksın sevgili Dolan!
Elbette sigara övülecek bir şey asla değildir ama Marie'nin her sigara yakışında ve sigara ile ilgili aşağıdaki söyledikleri sigara içmeyen birisini bile etkileyebilir. "Sigarayı seviyorum. sigara içmek sanki unutmak gibi. Moralim dibe vurduğunda sigaram elimdeki tek şeydir. Yakarım, tüttürürüm ve sesimi keserim. Böylece duygularımı saklarım. Sigara duyguları saklar. Mentollü ve vanilyalı sigaralar vardır. Bazı insanlar sever mentollü sigaraları, vanilyalı sigaraları, çikolatalı sigaraları sigaralı sigaraları. Sigara benim delirmemi engeller. Beni hayatta tutar. Beni ölene kadar hayatta tutar."
"Çünkü ben zayıf biriyim ve eğer birine çok fazla değer vermişsem benim için o daima haklıdır."
Her şey olup biterken, zamanın sizi nasıl beklediğinden habersiz. Belki arafta, belki en mutlu olduğunuz anlarda. Nerede karşılaşacağınızın belli olmadığı, aslında unutamadığınızı sandığınız tüm her şeyi unuttuğunuzu ona olan heyecanınızla anlamanız. Bunun için onu en farklı yerde tutmanız, ama onun sizin yanınızda durmak istemeyişi. Bu filmi seneler önce başucu filmi yapıp taslaklara atmışım, şimdi açıp bunları ekledim. İnanın geleceği görebilseydim her şey daha farklı olurdu, yine de en değerli günlerinizi yaşıyor olabilirsiniz.
Her soundtrack bir video klip gibi, inanılmaz özenli bulduğum sahneler ve o sahnelerde kaybolduğum anlardan oluşuyor film benim için. Teşekkürler Dolan.
"Önemli olan sabahları birisiyle uyanmaktı.
Aynı yastığa baş koymaktı. Önemli olan yastıktı.
Kötü adamlar geldiğinde onun orada olduğunu bilmek.
Mecazi anlamda tabi. Kötü adamlar asla gelmez.
Rüzgar eserken karnının tok ve sevdiğinin yanında olması nefesinin sıcaklığını omuzunda hissetmek. İşte bu kadar. Yastık."
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.