Filmisyen
  • Anasayfa
  • Aşk En Çok Burada
  • Ailecek
  • Komiksel
  • Dram
    • Aşklı Dram
    • Fantastiksel Dram
    • Ruhsal Dönüşümler

                                          

Besinlerin kullanım ömrünü nasıl uzatabileceğinizi biliyor musunuz? Peki ya onları ne kadar uzun bir süre boyunca saklayabileceğinizi? Eğer siz de benim gibiyseniz, birkaç temel gıda dışındaki hiçbir besin için net bir fikriniz olmadığına eminim. En basitinden, sizce elma ne kadar bir süre saklanabilir? Lezzetini, sertliğini ve tazeliğini yitirmemesi için ne yapmak gerekir? Oturup her besin maddesi için internette araştırma yapmanıza gerek yok: http://saklamarehberi.com, tüm bu bilgilere tek bir kaynaktan ulaşmanızı sağlıyor.

Türkiye’nin ilk ve en büyük derin dondurucu üreticisi olan Uğur Soğutma tarafından hazırlanan (ve tamamen ücretsiz şekilde kullanılabilen) sitede; hamur işleri, süt ürünleri, meyveler, sebzeler ve et ürünleri ile ilgili merak ettiğiniz her bilgi yer alıyor. İlk olarak, tüm bu besinlerin ideal kullanım sürelerinin ne olduğunu, daha sonra da bu kullanım süresini nasıl uzatabileceğinizi öğreniyorsunuz. Tahmin edebileceğiniz gibi, derin dondurucu kullanmak tüm gıda maddelerin daha uzun süre dayanmasını sağlıyor. Ancak, örneğin karidesi derin dondurucuda saklayabilir misiniz? Peki ya yazın aldığınız, lezzetli ve sulu bir karpuzu derin dondurucuya koyup, kışın yiyebilir misiniz? Tüm bu soruların ve çok daha fazlasının cevaplarını Saklama Rehberi web sitesinde kolayca bulabiliyorsunuz. Hepsi bu kadar değil: Sitenin “Alternatif Bilgiler” bölümünde, evde kolayca hazırlayabileceğiniz birbirinden lezzetli tarifler yer alıyor. Evde nasıl mocha yapabileceğimi, meyvelerin kararmasını nasıl önleyebileceğimi, hatta unsuz kekin nasıl yapılacağını bile öğrendim. Laf aramızda, kot pantolonların derin dondurucuda temizlenebileceğinin de haberdar oldum! (Kotu fırçaladıktan sonra bir poşete koyup derin dondurucuda 1 gün boyunca bekletiyorsunuz.  Şaşırtıcı, değil mi?)

Türkiye’nin ilk gıda saklama rehberi olan http://saklamarehberi.com, beni şaşırtacak ölçüde bir içeriğe sahip ve her birini okumaktan büyük keyif aldım. Eğer sizin de bir derin dondurucunuz varsa, bu siteyi muhakkak ziyaret etmelisiniz. Derin dondurucunuz yoksa bile gıdaları nasıl daha sağlıklı tüketebileceğinizi, ne kadar uzun bir süre boyunca saklayabileceğinizi ve basit, pratik, lezzetli tarifler ile ipuçlarını Saklama Rehberi web sitesinden öğrenebilirsiniz.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Tür: Dram
IMDb: 7,5
Yönetmen: Alejandro González Iñárritu
Oyuncular: Brad Pitt, Cate Blanchett, Gael García Bernal

Bazen yazmazsam delirecekmişim gibi oluyor, bu da o anlardan sadece biri. Sanki bir şeyler fazla geliyor, ben bu şekilde fazlalığı attığımı düşünüyorum. Sıradaki yazımızın esas konusu olan filmle karşılaşma hikayemiz biraz sancılı oldu. Uzun bir teslimat süreci geçirdikten sonra kavuştuk. 

Susan ve Richard'ın çıktıkları turistik gezide başlarına gelen trajik olayların dört farklı aileyi kesiştiriyor olması en vurucu kısmı. Farklı kıta, kültür, dil ve dine sahip ailelerin aslında fark etmeleri gereken en büyük kavramın aile olduğunu serpiştiriyor içimize. Sevgili yönetmenin dokunmak istediği her noktaya dokunduğundan emin olması gerektiği kanısındayım, oyunculuk ve müzik seçimiyle de oldukça başarılı bir kaç saat geçirtiyor. 

"Anlaşılmak istiyorsan, dinle."



Alejandro González Iñárritu ile daha önce Birdman ile tanışmıştık ama kendisini en fazla 21 Gram ile benimsemiştim, her film kendi içinde güzeldir benim için asla kıyaslayamam. Buna göre daha iyiydi demem, her biri benim bebeklerim çünkü. Sonuçta burada bana göre; "En güzel filmler yer alıyor." İzleme fırsatınız olursa diğer filmlere de mutlaka göz atın. 


" - Biz yanlış bir şey yapmadık.
+ Ama onlar yaptığımızı düşünüyorlar."

Kurgunun tamamına göz attığınızda iletişim problemi yaşayan bir çok karakterin nasıl da aynı tarz acılara şahit olabileceklerini görüyorsunuz, işin en tatsız kısmı sizin de onlara dahil olmanız. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna iki farklı kıtayı, dili ve kültürü paylaşıyor olsanız bile sevdiğiniz birisini kaybettiğinizde aynı acıyı hissediyorsunuz. Çaresiz hissettiğinizde, elinizden hiçbir şey gelmediğinde, bir Amerikalı olduğunuz halde ellerinizi hiçbir yere sürmeyecek kadar kirli bir ülkede yapayalnız kalıp anlamaya başladığınızda, dünyanın teknoloji devi ülkesi Japonya'da iletişim problemi çektiğinizde. Bu filmde beni en fazla etkileyen Chieko'nun diskoya girdiği sahneydi. Sanırım dünyadaki en büyük şans duyuyor olmak.



Tür: Komedi, Dram, Romans
IMDb: 6,6
Yönetmen: Susanne Bier
Oyuncular: Pierce Brosnan, Trine Dyrholm, Molly Blixt Egelind, Sebastian Jessen .


Bunca işin gücün arasında beni bırakıp gitmez, beni ben olduğum için seviyor dediğiniz kaç kişi arkanızı daha dönmeden sizi hayal kırıklığına uğrattı bilmiyorum. Ya da kim böyle kırılgan bir konudan giriş yapar benden başka, onu da bilemiyorum. İlk cümleyi okurken Nilüfer'den Esmer Günler'in girişiyle başladıysanız benim gibi tamamdır! 
Gelin sarılalım. 

Ekim ayının başlamasıyla yani müthiş sonbaharın ülkemizin tüm odalarına sirayet etmesiyle birlikte; geleneksel romantik filmleri izlemememiz için hiçbir bahane kalmadığı kanısındayım. Alışılagelmiş, sadece filmlerde olan "tatlı küçük tesadüfler" ve pek tabii hoşlantılarla beslenerek ilerleyen bu ve bu tarz filmler için en uygun mevsim! 



Evlilikler, hastalıklar, ölümler hayatımızın büyük kırılma noktalarıdır. Hikayemiz bu kırılma noktalarında meydana gelen yaralanmalar, bozulmalar ve sorunların; görmezden gelinerek çözmeye(!) çalışmanın ne büyüklükte buhranlara yol açtığıyla ilgili biraz. 
Kendime artık bunu yapmayacağım evresi 17 yaşında da aynı 77 yaşında da aynı. Artık kendime bunu yapmayacağım dediğiniz an kanatlarınız çıkıyor hatta başınızın üzerinde hale bile beliriyor inanır mısınız? Kendi sınavınızı verirken karşınızdaki insanın sizi daha çok zorlamasına göğüs germeyi güçlülük sanıyoruz ya da yolun yarısına kadar geldiğimizde geri kalanı da aynı şekilde tamamlamak boynumuzun borcu gibi davranıyoruz. 

Yapmayalım olur mu? Gerekirse iyi çocuk olmayalım ve el alem bir şeyleri desin dursun ama kendimize bu kötülüğü yapmayalım. 




Bir kere geldiğimiz bu dünyadan musmutlu ayrılacakmış gibi izleyiniz.



Tür: Suç, Dram
IMDb: 9,2
Yönetmen: Francis Ford Coppola
Oyuncular: Marlon Brando, Al Pacino, James Caan

Yıllarca bir şekilde karşıma çıkmış ancak tarzıma hitap etmeyeceğini düşündüğümden izlemediğim serinin ilk filmi, aslında tam olarak beni içine hapsedebilecek kadar güzelmiş. Önyargılarım kalp ben. 


Daha önce izlemek için çeşitli bahanelerle fırsat yaratmayıp izledikten sonra altı ayda bir tekrarlamam gerektiği kanaatine vardım. Eleştirmenler, yönetmenler
ve birçok sinemasever tarafından eşit ölçüde beğenilen ve özel olarak her fırsatta dile getirilen İtalyan ailenin iç ilişkilerini anlatan filmimiz hakkında söyleyeceklerimi itina ile seçmem gerekiyor şu an. Sadece aile ilişkilerine değinildiği düşünülmemeli elbette ama benim için Baba'nın "Ailesiyle vakit geçirmeyen bir erkek asla gerçek bir erkek sayılmaz" demesiyle başlıyor film. 

"Dostlarını kendine yakın tut, düşmanlarını daha da yakın."


Daha sonrasındaki kırılma sahnelerinde içime bu derece sineceğinden habersiz izlemeye başlamıştım elbette, bazen sizin için doğru olabileceğine inandığınız yoldan gitmek istemeyebilirsiniz. Kimse sizi zorla bir şeye inandıramaz, kendi kendinize gizlice inandığınız doğrularınızı ilk sıraya alabilirsiniz. Bir anda Michael Corleone olabilirsiniz mesela. 


"Ona reddedemeyeceği bir teklif sunacağım."


Sinema tarihinin en etkili 2. repliğine sahip film sayesinde Corleone ailesiyle tanışıyoruz. Mario Puzzo'nun başyapıtında bir çok sahnede büyüleniyor, içiniz gıdıklanıyor ve psikolojinizle oynanıyor. Sonrasında ise etkisinden çıkmamak için tekrar tekrar aklınızda başa sarıyorsunuz filmi. İlk görsel beni çok etkileyen bir sahneydi, tüm aile üyeleri tamamlanmadan fotoğraf çekilmemişti. Bu derece bağlı bir ailenin nasıl da derinden dağılabildiğine tanıklık etmek oldukça rahatsız edici elbette. Mafya filmleriyle alakalı pek fazla yorum yapamayacak kadar az bilgiye sahip bir kişi olarak söylemeliyim ki, üzerine yapılmış hiçbir film bu kadar başarılı değildir. 

"Bu dünyada herhangi bir şey kesinse, tarih bize bir şey öğretebildiyse, o da istediğin herkesi öldürebileceğindir."


Tüm bu gücün en belirgin ve devamlı ögelerinin bağlılık ve acımasızlık olması tüm karakterleri daha da güçlü  olmaya zorluyor gibi. İhanet edenlerin sadece ölmesi gerektiği gerçeği gibi. Her yapay davranışın altındaki gerçeği fark ediyor olmaları gibi, Baba'nın kabul odasındaki asil duruşu, portakallar, kedi. İzlemeniz için ne gerekiyorsa yapınız. Devam filmlerine geçmek için sabırsızlanacaksınız.

Güçlü soundtrack listesi için; buradan

Fragman;


Tür: Dram, Romantik
IMDb: 6,2
Yönetmen: Anne Fontaine
Oyuncular: Naomi Watts, Robin Wright, Xavier Samuel, James Frecheville.


Adore ya da Two Mothers olarak biliniyor adı, birkaç kez de değişiklik olmuş. Mesela Türkçesi Yasak Aşk^^ Bazı tabirler korkunç. 
Film 2003'te Doris Lessing'in yazdığı The Grandmothers adlı kısa öyküden uyarlanmış. 2007 Sundance Film Festivali'nde de aile değerlerine ters düştüğü için epey yankı uyandırmış bir hikaye. 

Misillemeden aşk doğar mı? Ya da misilleme üzerine yaşanan şeylerden büyük ve duvarları yıkacağı bilinen bir hayat yaratılabilir mi? Yanlışlar kime göre ve neye göre yanlıştır? Ve en önemlisi bütün bu sorulara cevap arayacak ne yaşamış olabilir insanlar?


Kendimize kurduğumuz planlar, hayaller, ilkeler hep aynı çizgide sonsuza kadar gitmeyebiliyor bazen. Dünyanın en normalize hayatını kendinize çizgi belirlemişken çok bombastik(!) bir hayat yaşayabiliyorsunuz. 
Hayat sürprizlerle dolu ve bazı aşklar "yalansan yalanı severim"den daha küçük değil. 
The Lake House'dan sonra hayatımı burada geçirebilirim dediğim bir kocaman film daha... Bazı mekanların ve mevsimlerin ömrü uzattığına; insanı ne yaşarsa yaşasın huzurdan koparmayacağına tüm kalbimle inanıyorum. 

Çocukluklarından beri yan yana evlerde yaşamış iki çok yakın kız arkadaşın hayatına misafir oluyoruz. Hayatları birbiriyle paralel giden arkadaşların birinin hayatındaki bir değişiklikle tüm devran dönüyor. Yanlışlar içinde yuvarlandığınızda en yakınınıza bakıp omzunuzda elini aramaz mısınız sizde? Yanlışsan da yap der gibi, arkandayım gibi... Çünkü elimizde örneği olmayan şeyleri yaparken doğru mu yanlış mı diye net bir karar verip çekip kapatamayız konuyu. Sonuna kadar yaşamalı, olacaksa da biz örnek olmalıyız gibi.


“Lil, onlara bak. Bunu biz mi yaptık. Çok güzeller. Genç tanrılar gibi.”

Filmin sonuna kadar hikayenin içinde olmayı diliyor insan. Bazı duygular oldukça havada, izleyen için bile emin olmayı sağlamıyor. Sadece yüzlerine bakıp 100 dakika boyunca olayın akışını idrak etmeye çalışıyorsunuz. Daha önce bir örneğiyle karşılaşmadığımız şeylere tanık olurken aynen böyle oluyor; sadece idrak etmeye çalışıyorsunuz ^^ 


Yalansa yalanı severek izleyiniz. 



Tür: Dram, Romantik, Komedi
IMDb: 7,0
Yönetmen: Roger Michell
Oyuncular: Hugh Grant, Julia Roberts, Richard McCabe

Mutlu olma kararını verip mutlu olamamak. Aslında verilen kararın mutlulukla hiçbir ilgisi olmadığının farkında olarak çevre sakinlerini inandırdığını zannedip kendini yatıştırmak gibi bir hal, kısacık. 

"Artık eminim, sonsuza kadar yan yana olmalıyız." 


Anna Scott, esas kızımız. Dünyaca ünlü bir film aktristi olarak o çok dramatikleştirdiği hayatında William ile karşılaşıyor. Bazı karşılaşmalara sadece şapka çıkartıyorum. Hugh Grant'ın Anna'ya vurulma donukluklarında o kadar gerçeğe kapılıyorsunuz ki, sanki her şey gerçeğin ta kendisi. Sanki her şey mutlu! İki insanın birbirine gel gitlerini, kapılmalarını veya birbirlerinde boğulmalarını konu alıyormuş gibi aktarılan filmlerin özünde tüm oyuncuların hayatlarına bir tık dokunuyor olmaları beni her zaman mutlu ediyor. Yani aslında sadece aşk yok, her şey var. Herkes her şeye rağmen mutlu olabiliyor. Yine mutlu mu dedim ben? 


Evren bazen bizimle alay ediyor, asla yapmam dediğimiz ne varsa yaparken buluyoruz kendimizi. Bile bile zorluyoruz çoğu zaman. Kalbimizin bir kez daha kırılmasının üzerine iyileşmeyeceğinden korksak da anların bizi iyileştireceğine sığınarak kayboluyoruz. İyi ki de öyle oluyor. 

"İyi rol yapan bir aktrist olabilirim. Ama bir erkeğin karşısında durup, beni sevmesini isteyecek kadar da basit bir kızım."


Muazzam soundtrack listesini de şöyle bırakıyorum, keyifle.


Tür: Dram, Gizem
IMDb: 7,9
Yönetmen: Asghar Farhadi
Oyuncular: Bérénice Bejo, Tahar Rahim, Ali Mosaffa

"İnsanın geçmişi onun en büyük düşmanıdır."


Dört yıllık uzun bir kopuştan sonra ayrılığın son ancak en resmi aşaması olarak nitelendirilen boşanma işlemleri için yeniden bir araya gelen Ahmad ve Marie çevresinde yaşanan sancılı hayatların aslında birazda kendimizden bir kaç ipucu veriyor olmasına şaşırarak kalakalıyoruz ekran başında. Ahmad'in kısa süreli ziyaretinin kuytuda kalmış sırların ortaya çıkmasına tüm benliğiyle sarılmasına şaşıramıyoruz bile. 


Farhadi ile tanışma fırsatını bir türlü yaratamamıştım yine hayatımın en belirgin tesadüfü sayesinde oturup izleme fırsatı buldum. Belki en az seveceğim filmi buydu ama diğerlerini izlemeden yorum yapacak kadar çok sevdim. İran sinemasındaki gerçekliği ve üst düzey kurgusallık zekasını çok beğeniyorum, insanın en derinine dokunup kendisini hatırlatıyorlar. İzlediğimiz hayatlar film değil, biraz da biziz. Her birinde yanımıza oturan aslında karakterler değil kendimiziz. Bu noktada zaman ve bizi savurduğu noktalar devreye giriyor. Hayat o kadar kısa ki, geçmişinizde bitiremediğiniz her şey gününüzü mahvetmek için sırada bekliyor olabilir. 

Kurgunun ötesinde bir şeyler dönüyor ekranda iki buçuk saat boyunca, sanki bir eve misafirliğe gitmişsiniz ve her şey sizin gözünüzün önünde yaşanıyormuş gibi. Marie'nin kendi hayatı gibi dağınık evinde verdiği mücadelenin benzersiz büyüsü daha önce sizin yaşadığınız evde de yaşanmış gibi, sizin de dağıttığınız odanızda kendinizi bir türlü bulmak istemediğiniz için toplayamadığınız eşyalarınız gibi. Sorunlar, savrulmalar ve asla ne yöne doğru aktığınızı fark edememenin verdiği dayanılmaz ruh sıkıntısı. 





















Sıradan bir konu olmasına rağmen bir türlü sunduğu metaforların etkisinden çıkamıyorsunuz. Bu dağınık evdekiler arasında geçen ilişkide iletişim kuramamayı, yalanı, iftirayı, ihaneti durağan ama bağlayıcı bir dokunuşla beyaz perdeye Farhadi'den başkası bu kadar güzel aktaramazdı hissiyle, geçmişinizin en büyük düşmanınız olduğu kanısıyla ancak gününüzün de size dost olmadığını unutmayarak, kendinizi bulduğunuz sahnelerin büyüsüne kapılarak izleyiniz. 

Keyifli seyirler

Tür: Dram
IMDb: 7,0
Yönetmen: Xavier Dolan
Oyuncular: Gaspard Ulliel, Nathalie Baye, Vincent Cassel, Marion Cotillard , Léa Seydoux

Ve elinizde olmadığında hasretinden prangalar eskittiğiniz şeylerde bugün: gün ışığı. 
 "Alt Tarafı Dünyanın Sonu" Fransa'da bir tiyatro oyunundan uyarlanmış ve Dolan'a iki Cannes ödülü kazandırmış dram filmi. Hikaye, yazarımızın 12 yıl önce evden çıkıp gittiği  ve bir daha hiç görüşmediği ailesine zorunlu olarak belki de sadece çok kısa bir süre için dönüşü üzerine kurulu. Biraz klostrofobik, aile içinde sürekli yüksek sesin egemen olduğu, iyiliğe dair işlevini neredeyse yitirmiş bir ailenin son çığlığını duyacağınız bir film. Pek tabii sonuçlar değil mühim olan kesinlikle ve kesinlikle süreç her zaman.



Herkes birilerini ardında bırakarak yoluna devam ediyor doğumundan ölümüne kadar; burada şaşılacak bir şey yok maalesef, doğanın bir kanunu bu. Burada asıl sorgulanması gereken şey: ne şekilde bıraktığınız, döndüğünüzde nasıl bulacağınız gibi kafatası kemiğini bile bir çırpıda kırma gücüne sahip olan ağır sorular. Hele ki dönüyorsanız... Sizden neler beklendiğini tahmin bile edemezsiniz. Eksik bıraktığınız her yerden sorumlu tutulduğunuz asla çalışmadığınız yerden gelen final soruları tadında bir film yapmış Dolan, tebriks.


Ya da kalbimize dokunsun diye empati yapalım: ya kalan sizseniz? İnanın korkunç. 
Bir alev topu üzerinizdeyken size hiç değmeden geçtiğine kendiniz inandığınız gibi karşınızdakine de inandırmaya çalışıyormuşsunuz gibi... 
Dünyanın sonu gelmiş ama nedense sizi teğet geçmiş gibi...
Hayat devam etmiş gibi... 
Sanırım en doğrusu en sonuncusu. Yarım kaldığınız yerden milyonlarca sorunun arasında tamamlanmanın tadını bile bilmeden sadece özlemle ne kadar yaşanıyorsa o kadar yaşıyorsunuz. Hata kimde olursa olsun durum değişmiyor.
Ve yazarımız bıraktığı enkazla yüzleşirken de bizzat enkaz haline gelebiliyor. Üzenin daha çok üzüldüğü anlara yüzleşmeler diyoruz bu durumda. 

"Bir kez daha uğradığımız cinayet yerine benziyor
Unutmak istediğimiz ne varsa..." diyor yaşayan efsanem. (tık tık)

Gaspard Ulliel'in üzerinde hayat kurulabilcek gamzesiyle,
Marion Cotillard'ın ve Lêa Seydoux'nun muhteşemliğiyle,

O cinayet yerine bir kez daha hiç uğramayacakmış gibi ütopik ve aynı zamanda kocaman bir emin olmayla izleyiniz.

Tür: Dram, GerilimIMDb: 7,6Yönetmen:Tom Ford
Oyuncular: Amy Adams, Jake Gyllenhaal, Michael Shannon


Yaşamak istediğimiz hayat, yaşamak için çaba sarf ettiğimiz hayat ve yaşamakta olduğumuz hayat. Hepsinin alt benliğinde duygularımızın gölgesinde kalırız. Daha önce dinlediğimiz bir müzikle, izlediğimiz bir film ya da annemizin daha önce eleştirdiğimiz en basit davranışı bizi yönlendirebilir çoğu zaman. Yarın öleceksem bunu yaşamam lazım dediğimiz her eylem yarın ölmediğimizde tokat gibi çarpacak suratımıza. 








"Gençken bazı şeylere cüret ederiz çünkü bir anlamı olduğunu düşünürüz. Sonra anlamı olmadığını öğreniriz."

Austin Wright'ın 1993 tarihli Tony ve Susan adlı romanından uyarlanmış olması da benim için üst düzey bir artı. Okumak için can attığım bir kitap daha! Edward'ın filmdeki romanı Susan'a ithaf etmesi aslında Susan'ın ortada kalmışlığını, çaresizliğini ve donuk bakışlarını daimi kılmayı amaçlamasıyla doğru orantılı. Edward belki Susan'ın istediği statüye, özbenliğe ulaşmış olacak ama Susan asla kendisi gibi bir kadın olamayacak. Hayatı boyunca hırslarının ve kibrinin altında ezilmeye devam edecek. Görmek istediği şeylerin dışındaki her şeyi görecek ve yaşayacak. Anlık mutluluklarının yerini asla gerçekten mutlu olduğu anlar alamayacak. Bu böyle devam edecek, mutsuzluktan ölene kadar. 
İzlemeniz için sabırsızlanıyorum, kendinizi bulmaktan tükeneceğiniz bir film. Her sahnesinde biraz daha kendi hayatınızı düşüneceksiniz, vurucu sonuyla rahatlayacaksınız. Bittiğinde bir süre yerinizden kımıldayamayacaksınız.

Hayatınızda karşılaştığınız kareler öylesine çıkmazmış karşınıza dün tesadüfen ulaştım bu filme. Girişiyle kendisine hayran bıraktı o dakika, bazen hissedersiniz bir şeylerin o an hayatınızda kocaman bir yer edeceğini, öyle. Bahsetmekten sonsuza kadar kaçacağınız tüm duyguların filmi olmuş. Söylemeden edemeyeceğim; Tom Ford, sen sadece film yap!



"Hayatının hiç de planlamadığın bir hal aldığı hissine kapıldığın oluyor mu?"

Edward Sheffield ve Susan Morrow'un birbirlerinde kendilerini bulduklarını hissederek evlenmeleriyle başlıyor hikaye. Edward'ın kendisini olduğu gibi aktarmasından tatmin olamayan Susan'ın onu başka bir adamla aldatmasıyla devam ediyor. 19 yıl sonra Susan'a gelen bir postayla Susan Morrow'un retrospektif tavırlarını izlemeye başlıyorsunuz. Amy Adams'ın etkileyici kızıllığı karşısında büyülenmeden de edemiyorsunuz. Aldığınız kararların size yön vermesinden ziyade ilerde yaşayacağınız pişmanlıkları düşünürsünüz her zaman. Filmde sürekli gerçek ve kurmaca hayat arasında gidip geleceksiniz. Bu durum hem izlediğiniz sahnelerde geçerli hem de kendi hayatınızda. Bir insanı olduğu gibi sevemeyip sürekli kendi geleceğinizi, doymak bilmez zevklerinizi ve hırslarınızı düşünerek aldığınız kararların aslında sizi bir adım bile ileriye götüremeyecek olmasının filmi. 




Tür: Komedi, Dram, Romantik
IMDb: 7,1
Yönetmen: Victor Levin
Oyuncular: Anton Yelchin, Bérénice Marlohe, Olivia Thirlby


"İşte sen gülüyorsun ve beni daha geniş bir salona almış oluyorlar."


Der, Ah Muhsin Ünlü.
Arielle'de tam olarak tüm izleyenlere bunu hissettiriyor. Sizi aldıkları salon o kadar geniş bir salon ki Avrupa'nın daha rahat bir yer olduğuna yeniden kanaat getiriyorsunuz. Kişilerin hareketlerini aynalamak diye bir şey vardır beden dilinde, Arielle size farkında olmadan öyle bir tesir ediyor ki onunla birlikte çok güzel gülüyorsunuz. Bazen olaylar fazla derin bir sırada ilerliyor, normalde başınıza geleceğini aklınızın ucundan geçirmeyeceğiniz şeylerin içinde sizi önce boğacak gibi oluyor sonra da kabullendirebiliyor, taraf tutturabiliyor. Hani bazı karşılaşmalar bir hayattır ve siz yeniden dünyaya da gelseniz o karşılaşmayı ne pahasına olursa olsun yaşamak istersiniz ya, işte öyle.



Shameless izleyenler  buradaki en önemli detaylardan birini hatırlayacaktır. Tabii ki bu hikaye o kadar naif ve bu hikayedeki kişiler o kadar pamuk ipliğine bağlı ki daha izlerken kırılacaksınız. Birini gördüğünüzde -bu kişiyle benim aramda bir şey var/olur- hissi uyanır insanın şakaklarında, bir karıncalanma hali gibi ufacık ve belli belirsiz, ki bu aşk ya da arkadaşlık fark etmez... İşte o duygudaki emin olma hali hiçbir şeyde yok gibi. 

Her ilişkinin kendine göre kuralı vardır; hiçbirini, hiçbir şekilde genelleyemezsiniz derim her zaman. Bu yaşadığınız yer ve alıştığınız kültürden de kaynaklı olabiliyor, göreceksiniz. Her film insanın ufkunu açıyor, örneklerini ister uygun bulun ister bulmayın. Tanık olacağınız hikaye alışmış olmadığınız fakat izlerken etkisinden bir türlü kopamayacağınız bir sevme ve vazgeçme hali.
Aşk için neleri göze alırsınız, nelerden (hatta daha çok ne kadar) vazgeçersiniz? gibi klişe soruları pamuk gibi bir sürgüde işleyecekler.





Bazen bir eldivenin altında tüm küçük sırlarınız, hayatınız hatta büyük aşkınız gizlidir.



Kime neyi feda ediyorum, diye düşündüğünüz noktada Dior'un o muazzam yüzüğü sizdeymiş gibi izleyiniz. 





Tür: Komedi, Dram, Müzikal
IMDb: 8,5
Yönetmen: Damien Chazelle
Oyuncular: Ryan Gosling, Emma Stone, Rosemarie DeWitt

"Hayallerini değiştirip büyürsün."


LA LA LAND! Senenin belki en fazla ses getiren filmi, üzerine o kadar çok konuşuldu ki izlemekten keyif alırken kendimizi salonda bırakıp çıkacağız falan sandım. Ryan Gosling hayranlığımı bilen bilir, en düşük puanlı filmlerine kadar filmografisinde yer alan tüm filmleri izledim. Artı olarak izlemeden puanlarım her filmini. Bu nasıl bir evlat kayırmaktır? 


Gelelim 2017 oscar töreninde isminden ultra söz ettirecek filmimize, Seb ve Mia'nın akıp giden zamanda devamlı karşılaşıyor olmalarıyla başlıyor film. İki farklı hayatın sizin hayatınıza yakın kesitlerini izliyorsunuz ekranda önce. Tutkulu ve yavaş yavaş yorulmaya başladıkları hayallerinin peşinden giderken birbirlerine destek olmaya başlıyorlar bir anda. 

"Belki her zaman başarmak isteyen şu insanlardan biriyimdir ama benim için boş bir hayalden başka bir şey değildir."


Damien Chazelle'yi ilk olarak Whiplash ile tanımıştım, sonuna kadar ısrarcı olmaktan vazgeçmediği bir başarı hikayesini izletmişti bana. En sonunda öyle ya da böyle hayallerimizdeki hikayelerin başrollerini yaşayacaktık. Bu konuyu bu kadar güzel ve hissettirerek aktarabiliyor olması beni çok mutlu ediyor. Dümdüz, süslemeden. Açık ve net.  Ryan Gosling'in her ne yaparsa yapsın üzerine hepsini çok güzel yakıştırdığından bahsedeceğim biraz, sonuçta insanlar sevdikleri şeylerden bahsetmeye bayılırlar. Dead Man's Bones grubu ile kalbimdeki fethini üst düzey sonsuzluğa taşımıştı, filmde seslendirdiği parçalarda yine aynı duyguya kapıldım. 

Dinlemekten bıkmayacağınız bir parçası burada; 

Başlangıçlara şaşırdığımız anlar dışındaki kısımlarda elbet uçsuz hissettiriyor. Sen biraz sen olabildiysen benim verdiğim mücadele sonucu olmuştur o özgüveni var. Zamanın geçmişliğinde bizi biz yapan tüm ortaklarımıza koca bir sevgiyle. Hayattaki her şeyin bir sebebi olduğuna inanarak daima küllerinden doğacak bir Anka kuşu olmayı unutmayarak aşkla ve bazen minik burukluklarla izleyiniz, seveceksiniz. 

Tür: Dram, Bilim Kurgu, Gizem
IMDb: 8,1
Yönetmen: Denis Villeneuve
Oyuncular: Amy Adams, Jeremy Renner, Forest Whitaker

"Bellek tuhaf bir şey. Hiç düşündüğüm gibi işlemiyor. Düzeni gereği zamana çok bağlıyız."

Bu cümlelerle başlıyor film, bir gün bir yerlerde dram filmleri kraliçesi olacağıma inandığımdan içerisinde dramsallık barındırmayan hiçbir filmi izlemiyorum. Zamana takılı kalıp geçmişi ya da geleceği düşünmekten şu an'ı yaşayamıyoruz çoğu zaman, düzen böyle. Yarını yarın düşünüp, dünü dünde bırakamıyoruz. Dilbilimci Dr. Louise Banks'ın kırpılan zamanlardaki hayat hikayesine, Amy Adams'ın muazzam duru güzelliğiyle eşlik ediyor olmak sizi sonsuz iyi hissettiriyor. 

"Yolculuğun bizi götüreceği yeri bilmeme rağmen ona kucak açarak her anını içtenlikle karşıladım."


12 adet tanımlanamayan cismin dünya üzerinde çeşitli noktalara inişinin endişesi sarıyor bir anda hayatını. Orduya yardım etmek için ne biliyorsa ortaya koyuyor, içgüdüleri kuvvetli kadınları her zaman kendime yakın bulmuşumdur. Bazen hislerle de hareket edebilirsiniz, hiçbir zararı olmuyor. Louise'in kendi yöntemleriyle tanımlanamayan yaratıklarla kurduğu ilişki sizi en başta büyüsüne kaptıracak. Sonrası da zaten muazzam bir akışla devam ediyor. Dünyanın artık korkunç bir yer olmaya başladığını daha önce de fark etmiştik beraber, sadece savaş için nefes alıyormuşuz gibi davranmamızın anlamsızlığına Dünya'ya gözümüz gibi bakmamız gerektiğini felsefik bir kaç dokunuşla çok güzel aktarmış Denis Villeneuve. Sadece tek bir an, tek bir şansımız var ne oluyorsa o an olacak. 

Louise'in yaşadığı ev de tam olarak hayallerimdeki gibi, nasıl muazzam bir yer. Hayat, yaşamak istediğin anlardan mı yoksa yaşamak istemeyip de yaşadığın anlardan mı ibaret? Çok güzel sorduruyor film, sonu yok. Her şeyi düşünüyorsun, bir gün karşına tanımlayamadığın uzaylımsı bir varlık çıksa onunla nasıl iletişim kurmaya çalışırsın. Onu bile düşündürüyor. 


"Kendimi bildim bileli başım yıldızlara dönüktür. Ancak beni en çok şaşırtan şey onlarla değil de seninle karşılaşmaktı."

Louise sadeliğinde, ne anlamak isterseniz onu anlayarak, kimi sevmek istiyorsanız onu severek, sonunu tahmin etseniz de yaşamaktan çekinmeyeceğiniz günler biriktirerek ve her şeyi zamanında kucaklayarak izleyiniz. 

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

HAKKIMIZDA

1d77c03ec7fc89d934da799ec5223a16.jpg
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.

Ecem, Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor. İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^

Ben, Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.

Bizi Takip Edebileceğiniz Bağlantılar

POPULAR POSTS

  • Joker, 2019
  • Million Dollar Baby, 2004
  • 500 Days Of Summer, 2009
  • True Romance, 1993
  • The Nice Guys, 2016
  • Her Şey Çok Güzel Olacak, 1998
  • Bana Masal Anlatma, 2015
  • Once Upon a Time... in Hollywood, 2019
  • Never Let Me Go, 2010
  • Edward Scissorhands, 1990

Spotify

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Katkıda bulunanlar

  • Ecem Akanur
  • filmisyen
Powered By Blogger

Blog Arşiv

  • ►  2023 (1)
    • ►  Mart (1)
  • ►  2022 (3)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (1)
  • ►  2021 (1)
    • ►  Mart (1)
  • ►  2020 (14)
    • ►  Aralık (3)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Nisan (4)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2019 (16)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ekim (5)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (2)
  • ►  2018 (11)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Şubat (3)
  • ▼  2017 (14)
    • ▼  Aralık (1)
      • Saklama Rehberi
    • ►  Kasım (1)
      • Babel, 2006
    • ►  Ekim (1)
      • Den Skaldede Frisør, Love is All You Needed, 2012
    • ►  Eylül (1)
      • The Godfather, 1972
    • ►  Mayıs (2)
      • Adore, 2013
      • Notting Hill, 1999
    • ►  Mart (2)
      • Le Passé, 2014
      • Juste La Fin Du Monde, 2017
    • ►  Şubat (5)
      • Nocturnal Animals, 2016
      • 5 To 7, 2014
      • La La Land, 2016
      • Arrival, 2016
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2016 (15)
    • ►  Kasım (3)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (2)
    • ►  Mart (4)
    • ►  Şubat (2)
  • ►  2015 (24)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (2)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (5)
    • ►  Şubat (3)
    • ►  Ocak (9)
  • ►  2014 (30)
    • ►  Aralık (6)
    • ►  Kasım (5)
    • ►  Ekim (3)
    • ►  Eylül (5)
    • ►  Ağustos (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (2)
    • ►  Nisan (2)
    • ►  Mart (3)
    • ►  Şubat (1)
  • ►  2013 (2)
    • ►  Mayıs (2)
Bumerang - Yazarkafe

İzleyiciler

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Kötüye Kullanım Bildir

Designed by OddThemes | Distributed by Gooyaabi Templates