Yaşamak istediğimiz hayat, yaşamak için çaba sarf ettiğimiz hayat ve yaşamakta olduğumuz hayat. Hepsinin alt benliğinde duygularımızın gölgesinde kalırız. Daha önce dinlediğimiz bir müzikle, izlediğimiz bir film ya da annemizin daha önce eleştirdiğimiz en basit davranışı bizi yönlendirebilir çoğu zaman. Yarın öleceksem bunu yaşamam lazım dediğimiz her eylem yarın ölmediğimizde tokat gibi çarpacak suratımıza.
"Gençken bazı şeylere cüret ederiz çünkü bir anlamı olduğunu düşünürüz. Sonra anlamı olmadığını öğreniriz."
Austin Wright'ın 1993 tarihli Tony ve Susan adlı romanından uyarlanmış olması da benim için üst düzey bir artı. Okumak için can attığım bir kitap daha! Edward'ın filmdeki romanı Susan'a ithaf etmesi aslında Susan'ın ortada kalmışlığını, çaresizliğini ve donuk bakışlarını daimi kılmayı amaçlamasıyla doğru orantılı. Edward belki Susan'ın istediği statüye, özbenliğe ulaşmış olacak ama Susan asla kendisi gibi bir kadın olamayacak. Hayatı boyunca hırslarının ve kibrinin altında ezilmeye devam edecek. Görmek istediği şeylerin dışındaki her şeyi görecek ve yaşayacak. Anlık mutluluklarının yerini asla gerçekten mutlu olduğu anlar alamayacak. Bu böyle devam edecek, mutsuzluktan ölene kadar.
İzlemeniz için sabırsızlanıyorum, kendinizi bulmaktan tükeneceğiniz bir film. Her sahnesinde biraz daha kendi hayatınızı düşüneceksiniz, vurucu sonuyla rahatlayacaksınız. Bittiğinde bir süre yerinizden kımıldayamayacaksınız.
Hayatınızda karşılaştığınız kareler öylesine çıkmazmış karşınıza dün tesadüfen ulaştım bu filme. Girişiyle kendisine hayran bıraktı o dakika, bazen hissedersiniz bir şeylerin o an hayatınızda kocaman bir yer edeceğini, öyle. Bahsetmekten sonsuza kadar kaçacağınız tüm duyguların filmi olmuş. Söylemeden edemeyeceğim; Tom Ford, sen sadece film yap!
0 Comments