MaudLewis, hayatının çok büyük bir kısmını romatoidartrit hastalığı ile uğraşarak geçirmiş bir Kanadalı folk art sanatçısı. Hastalığıyla uğraşmış ama hiç yılmamış; artriti en çok kollarında etki göstermeye bile başlasa resim çizmekten bir an olsun vazgeçmemiş.
Ona hayatı yalnız biri refakatinde geçirebileceği, hayatı boyunca yalnız kalması gerektiği öğretilmiş ama hayata bir kez gelen Maud, hizmetçi olmak için çıktığı yolda bir şekilde ona ait olan ailesini, aşkını bulmuş. Hayatın size sundukları değil de sizin seçebilmek için ne kadar savaştığınız gerçeği hayata tutunma şeklinizi gösteriyor. Maud, dişiyle tırnağıyla dedikleri cinsinden tutunuyor.
Hayat sizi ne kadar sıkıştırırsa sıkıştırsın, yakınınızda yörenizde sessiz bir el olarak bile olsa destek olan birine ihtiyaç var. En azından tek odalı bir kulübede dünyaca ünlü bir ressam olmak için gerekiyor. Eğer biricik aşkı Everett duvarları bile boyamasına müsaade etmeseydi 0,75 centlik resimleri kimse göremeyecekti.
Maud: Farklı çoraplardan oluşan çift gibiyiz.
Everett: Ben esnemiş, çirkin olanım. Üstümde birçok delik var.
M: Hayır.
E: Evet, sert ve gri.
M: Hayır.
E: Evet.
M: Ve ben de düz, beyaz pamuklu çorabım.
E: Hayır, sen kraliyet mavisisin, kanarya sarısısın.
“Bazen pır pır eden bir kuş, bazen yaban arısı. Harekete geçmek için tek gereken şey hayat. Hayatın tümü çoktan çerçevelenmiş.”
İki kişi gidilen hastaneden tek dönmenin acısı Everett’te var. O da sevdi bence. Tam da beğenmediğimiz, söylemese de sevdiği bilinen cinsten.
Filmin sonu apayrı bir dünya. Gerçek görüntülere yer veriliyor. Maud o kadar tatlı ki, izlemelisiniz.
Hayatı Maud’un gözünden en az onun kadar renkli ve onun fark ettiği şekilde güzel çerçevelenmiş gibi izleyiniz.
Merhaba! Uzun bir aradan sonra sonunda fırsat yaratabildim, bir süredir yoğun bir şekilde çalışıyor olmamdan kaynaklı kendime ayırdığım sınırlı süre sebebiyle buraya bir şeyler karalamak için gerekli ve yeterli enerjiyi bulamıyordum. Dönüş filmleri her zaman biraz daha heyecanlandırır beni, daha önce de bir çok filmde belirtmiştim zaten. O yüzden özel bir film olmasını istiyorum, isteyeceğim ve isterim.
Pretty Woman, romantik komedi tutkunlarının alıp sarmaladığı ve seneler geçse dahi Hollywood'a olan tepkilerin bir türlü azalmadığı, azalmayacağından emin olduğum beklentilerin ve duyguların aslında insanı bir noktada değiştirebileceğinin canlı örneği filmimiz. İzlerken tüm bunlardan bağımsız iki insanı da ayrıca algılamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorsunuz.
Hayat kadını olmanın cazip geldiği, gelmek zorunda kaldığı ve geri dönüşü olmayan bir dönemde geçimini istemeyerek de olsa o şekilde sağlayan Vivian ile Edward'ın tesadüfi karşılaşmasıyla başlıyor film. Muhakkak o saniye ikisinin de başına gelecekleri az çok tahmin ediyorsunuz ama bence zamanının en iyilerinden biri bu film. O senelerin Beverly Hills'i, paranın akıl almaz gücü (ki bu şu anda da geçerli), eğlenceli ve bir o kadar mutsuz sonla biteceğinden kuşku duymadığınız bir akıcılığı var filmin. Oradan oraya sürüklenen ve aslında olması gerektiği kişiye geri dönebilmesinin gerekliliği ise Edward. Zaten Vivian filmin başındaki kadın değil, peruğundan uzaklaştığı ve kameranın ona çevrildiği sahnede Edward bakışıyla beraber siz de fark ediyorsunuz.
"Kötü şeye daha kolay inanılıyor."
Hayatınızın bir köşesinde belki Edward ve Vivian'ı uzaktan izlemek zorunda kaldıysanız ya da bir başka köşede Vivian'ı eleştirdiyseniz, Edward'ı ayıpladıysanız veya tüm bunların hepsini gerçekleştirdiyseniz sizi oldukça kendine çekeceğinden eminim. Yasağın birinci günü akşamına yakışacak inanmak isteyenin inanmaya devam edeceği güzel bir masalın filmi, keyifli seyirler dilerim.
Bize Scarlet'in yüzünde kusurlar olabileceğini göstermek için yakın çekim çekip; Girls'teki Adam'ın iyi biri olabileceğine bizi inandırmak istemişsin ama yemeyiz. (çoktan yedi)
Şimdiki hikayede ise sizi hiç yormadan zaten biten bir ilişkiden başlıyor. Bazı filmler sadece romantik değildir; bitirdiğinize boşanmış gibi hissederseniz, mesela bu film. Noah Boumbach ilişkileri; dürüstlükten ayırmadan ve satır aralarını da işleyerek bizlere muhteşem bir hikaye sunuyor. Bu kadar ödül adaylığına şaşmamak gerekiyor. Bir hikayeyi size yaşarmışçasına izletiyor. Ortağı olmadığınız hislerin içine buluyorsunuz kendinizi.
Bazı şeyler yalnızca olur. Ne haddinden fazla hızlandırmak ne de slow motion ilerlemek imkansızdır. Charlie ve Nicole tüm klasik hikayelerin aksine bizlere kendi duygularını "sözde" geçirmeden, dağılan bir hayata, evliliklerine dahil ediyorlar. Ama emin olun geçiyor.
Birini çok sevdiğinde onun sevdiği gibi olmayı, ona mutlu olduğu hayatı yaşatmayı kendine gizlice ant içmiş gibi uyguluyor insanlar, değil mi? Öyle. Çok ufak bir olasılıkla mantık hatası yok mu sizce de? Var.
Kalbiniz kırıkken ve karşınızdakiyle paylaşacaklarınız henüz bitmeden biten ilişkiler yitip giden herkes veya her şeyden fazla can acıtır. Çok seven tarafın daha düşmanca yaklaşması az seven tarafın ise merhametli ve anlayışlı olmasının sebebi budur belki. Yarım kalmışlık...
Verilen tüm sözler, güzel gözler, aşk dolu sözcükler, ve diğer her şey bir çocuğun küçük kurbağalı çantasına sığabilir. Birileri ebeveynliğimizi, nasıl bir eş olduğumuzu yani insanlığımızı ve adanmışlığımızı sorguladığında parçalanmamız normal. Ama hayat işte. Bir yerde mutlu olmuyor ve mutlu edilmiyorsanız orayı terk edin. Bazen severken de gidilir. Hatta yapacak en iyi şey budur.
Bizi okurken bu harika liste eşlik edecek, tık tık
Sevdiğiniz kimseler için vazgeçilmez hayatınıza kadeh kaldırark seyrediniz.
Ted Danson'a ve yarattığı tüm mimarilere bayılıyorum ;) Göz kırpışlarım goes toooo "The Good Place"
Aaa bu film de neymiş diyerek 3.kez izlediğim filmi sanırım artık satırlara dökmek ve işaretlere inanmak için harika günler geçiriyorum. Şaşılacak bir romantik-fantastik hikaye. Böyle bir etiket var mı bilmiyorum.
Hayatınızı düzeltmek, ilişkinizi kurtarmak, evliliğinize yeni bir soluk getirmek istediğinizde kendinizi bir simülasyonun içinde gibi hissedebilirsiniz. Tabii ilk fark eden kazanır diye bir kural koymamışlar ne yazık ki! Yıllar öncesine bile dönseniz biri bir yerlerden çıkıp "hadi ama hissettiğin bu mu yani" diyerek uyandırabilir. Çünkü gerçek bu. Hayat devam ediyor ve siz zincirden koptunuz diye işleyiş bitmiyor. Harika bir yaratılmışlık var. Her şey değişmeye yeni bir boyut kazanmaya devam ediyor. Tıpkı ilişkiler gibi. Bu dünyadaki bütün ilişkiler bitebilir. Evrenin dönüş mekanizması öküzün üzerinde değil de bunun üzerinde olabilir.
Sonuç olarak beğendiğimiz/alıştığımız bedenlerin sadece içi değiştiğinde hoşumuza gitmeye başlayabilir. Çünkü "insanlar değişir; hisler değişir". Nerede kalıyorsanız kalın, kimi seçiyorsanız seçin kalbiniz nerede "huzur" denen anlamsız duyguyu buluyorsa oraya aitsinizdir. Yadırganmayacak kadar iyi bir tespit.
Belki de bir başka bedende bulacağınız muazzam aşklar için izleyiniz.
"Aşıkların birbirine söylediği her yalan er ya da geç gerçekleşir."
Her bir detayın düşünülerek muazzam bir düzenle sıralandığı Porto'da sonrasını düşünmeyerek yaşanan bir aşkın hikayesi. Bu kimine göre çok büyük bir şans, kimine göreyse şanssızlık. Aklınızı uçurmayan, kendinizi boğmadığınız bir ilişkinin nasıl huzurlu hissettirdiğini bilirsiniz. Jake ve Mati'nin bu bir günlük ilişkisinin hayatları boyunca nereye giderlerse gitsinler yanlarında gelmesine en az benim kadar içiniz kabaracak. Tabuların ötesinde yaşadıkları birlikteliklerinin ardından size neler hissettirecekler bakalım.
Değişik çekim tekniklerine sahip filmler, sinefilleri her zaman heyecanlandırır. Teknik benim için her zaman bahsettiğim kadar önemli değil. Alt metinde dikkatimi çekecek tek bir replik, o filmi başucu filmlerime eklemem için tek bir görüntüde bir kişinin iç sesini dinliyor olmak bile yeterli. Gabe Klinger da bu konuda beni fazlasıyla tatmin etti. Birbirlerine sadece bakarak dahi iletişim kurabilen iki karaktere bu durumu bu kadar derin aktarabilmeleri için acaba neler söyledi.
Zaten bir gün boyunca bu kadar mutlu ve sorunsuz yaşadığın bir ilişkinin ardına sığınamayacak kadar hayal kırıklığı yaşarsın, bir şeyler hızlı olabilir evet ama kendini inandıramadığın her anda kaybolursun. Sana senden daha fazla iyi gelebilecek kimse olmuyor, sen iyi değilsen anlık yaşadığın hiçbir mutluluğun daimi olmasını bekleyemezsin. Sonrasında da inandığın ve gerçekliğinden emin olduğunu sandığın bir seçimin kurbanı olursun. Yaşaman gereken hayatla yaşamak istediğin hayat arasında çırpınırsın da hareket edemezsin.
Mons film festivalinde en iyi senaryo ödülü almış filmimiz, 2016 senesinde trafik kazasında vefat eden filmin başrol oyuncusu Anton Yelchin'in anısına da güzel bir hatıra bence. Anlamak istemiyorsanız anlayamayacağınız ve doğrudan ruh halinize göz kırpacak bir film. Keyifli seyirler.
Hayatımıza netflix girdi gireli başka platformlardan film izlemeyi unuttum. Eskaza sinemaya yetişemezsem bir daha açıp da izleyemiyorum. Bu platformun hayatımıza yapmış oldu gizli baskıyı görüyorum ve şimdilik kabullendim.
***Şimdilik reklam değildir.***
Ricky Gervais'i aşırı başrolde gördüğümüz bir film izliyoruz 100 dakika boyunca. Yazanı, yöneteni ve başrolü olan Gervais'e bol alkış rica ediyorum. Kendi sistematik eleştirisini sunan ama aynı zamanda boş bir ön fikirle izlediğinizde ee noldu eninde sonunda kurala bağladın ve elde bir şey kalmadı teması akıllarda belirebilir. Hayat tamamen dürüstlükle idare edilebilir mi yoksa ufak tefek yalanlar mı hayatı bize yaşanabilir kılar sorunsalını düşünmenizi rica ediyor kendisi. Jennifer Garner'ın nahif ve duru güzelliğine de yakından bakıyoruz, bu çok iyi.
İnsanlık tarihi başlangıcından itibaren yalanın icadına zaman zaman aşk duyup zaman zaman da lanetler yağdırıyoruz. Çünkü insan olmak bunu gerektirir; bir şeyin varlığından asla kesin olarak mutlu olup nefret edemeyiz.
İnsanların size kesinlikle inanacağını ve sizi asla sorgulamayacağını bildiğinizde ne kadar ileri gidersiniz?
Derinlemesine düşündüğünüzde otokontrolü sağlayamacağınız bir " güç" gibidir bu. Yalanlarımızla insaları manipüle etmek şöyle bir yana dursun; doğruluğundan emin olmadığımız görüşlerimizi, tespitlerimizi ve bilgilerimizi de başkalarının üzerinde etki sağlayacağını düşünürsek harika olay.
IMDb'deki 6,4'ü bıraktığı yüzesellikle hak ediyor aslında ama izlemeden de geçemeyeceğiniz sakin ve komedisel film.
Bizler için sıfır sıkıntı yaratan yalanlardan bir demetçe izleyiniz.
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.