Ünlü fizikçi Stephan Hawking'in akıl almaz mücadeleleriyle devam ettirdiği hayatını beyaz perdede izlerken nasıl davranmanız gerektiğine şaşıracaksınız. Mücadelesinin başrol oyuncusu elbette karısı Jane Wilde.
- Tanrıya inanmadığınızı söylediniz. Size yardım eden bir hayat felsefeniz var mı?
- Yüz milyon galaksinin arasında bir dış mahallede daha küçük bir gezegende ortalama bir yıldızın etrafında dolanan gelişmiş primatlar olduğu gayet açık. Ama medeniyet doğduğundan beri insanlar dünya düzeninin altında yatan bir anlayış için yalvarıp durdular. Evrenin sınır koşulları hakkında çok özel bir şey olmalı... Ama sınır olmamasından daha özel ne olabilir? İnsan çabasının da bir sınırı olmamalı. Hepimiz farklıyız. Hayat ne kadar kötü görünse de, her zaman yapabileceğin bir şey vardır... Nefes aldıkça umut vardır…
Lisede tanışıp birbirlerini sevdiklerine karar verdikten kısa bir süre sonra Hawking'in yakalandığı hastalığı onu yalnızca iki yıl yaşatacağını öğrenirler. Hawking'in yanına gelen herkese yalnızca 'GİT!' dediği sahnelerde yutkunmakta fazlasıyla güçlük çekeceksiniz. Kendi özgür iradesiyle hareket dahi ettiremediği bir bedeniyle başardığı mücadelenin ne kadar kıymetli olduğu ortada kalacak. Filmde Hawking teorilerinden daha fazla ortaya koyulan bir eş faktörü var. Jane, olmasaydı belki de hiçbir şey olmazdı. Umutsuzluğa kapılıp kara delikte yok olurdu belki Hawking.
Filmin vurucu sahnelerini görmenizi o kadar çok istiyorum ki. Hastalığa yakalandığı ilk an yere kapaklanması, çocuklarıyla oyun oynarken evdeki tüm eşyaları yıkıp geçmesi, karısına duyduğu aşkı yalnız bakışlarıyla anlatabilmesi, kaşık çatal kullanamaması. Her şey, her şeyin filmi bu.
Kadınlar tarafı olarak, sevdiklerimizle farklı yollara saptığımızda ya da kırgınlıklarımızı içimizde yaşadıkça kendimize fiziksel değişiklikler yaşatmıyor muyuz? Saç boyamak, kestirmek; kilo alıp vermek gibi... Yanlış anlaşılmasın bunun üzerine bir hikaye yok burada. Ama trajikomik bir şekilde biraz tersi olabilir.
İnsanın ben kendim gibiyim demek için illa isyan etmesi gerekmiyor tabii ki ve Caroline'de biraz eğreti duruyor sanırım, sevimsiz kız. Edepsizliği ise; bu sevimsiz tavırları, gittiği kasabanın sakinlerine bulaşınca tamamen baş gösteriyor. Kendi olacak diye iki hayatı birden yıkıma uğratması biraz hazmedilmeyici bir durum, haksızlık tam olarak. Gelgelelim yakışıklı öğretmenim gerçekten çok iyi, tabii ki yaptıklarından sonra ve aşkından ölmeden önceki haline kadar. -Yanlış değil, kendimden parça bulmazsam ölürdüm.- Kızımız bütün kurallara, olurlara karşı olmayı hayat mottosu haline getirmiş.Ve tabii ki duygusuzluğu da... Hayatına soktuğu erkeklere karşı doyumsuzluğu, umursamazlığı onu vazgeçilmez kılan bir özellik sanıyorum. Kendiniz gibi yaşayın, demenin eğreti bir vücut bulmuş hali. -Bana göre-
Kendini ötekileştiren kaybeder mantığıyla izliyoruz biraz sanırım ya da bende durum buydu. Aslında yönetmenimizin istediği biraz da diğer taraftan bakabilmek, kendinizi hiç başkasının yerine koymuyorsunuz, diyor. Tuhaf olaylar da yok değil film boyunca, biraz kurcalayınız. Gerçekten hayaller aleminde hikaye. Filmde arka planda uyuşturucu, katiller ve baskıcı bir toplum yatıyor fakat merkezde buraya yeni yerleşen özgür ruhlu bir kız, Caroline, var.
Caroline de yer yer "Hayatımın ana karakteri benim, başkası değil" diyecek.
Son sahne her şeyi özetleyen ve Caroline'in sözlerinin derin anlam kazandığı bir anı olacak.
Pazartesi sendromu mücadelenizi bitirmeye yakın akşam yemeği sonrası düşünmeden başına geçebileceğiniz harika bir gençlik filmi. Genç olmanın büyüsüne kapılamayacak yaştalar, farkında değiller hepimizin olamadığı gibi. Kendimi oldukça yaşlı hissettiğimden böyle konuşuyorum yaşla alakası olmayan bir dönemden geçiyorum. Büyümüyorum, yaşlanıyorum.
Andie Walsh okulun oldukça başarılı bir öğrencisi. Sadece okulda değil evde de babasını bu kadar güzel toplayabildiği için koca bir övgüyü hak ediyor. Babaları toplamak en zorudur oysa ki. Okul sonrası hayatına katabildiği tek renk, çalışmak.
Bana kalırsa filmdeki en büyük başarıyı Andie'nin çocukluk arkadaşı Duck hak ediyor. Tabii Andie'ye beslediği tek taraflı duygularıysa ayrı bir gülümsetiyor insanı. Andie'nin sonunda kalbini birisine kaptırmış olmasına sevinirken karşı tarafın alt sınıf insanlarla mücadele etmelerine koca bir öfke doğuyor içinizde. Bakalım onlar mücadelelerinde mutlu oluyorlar mı?
Sürekli pembe giyen, kıyafetlerini kendi tasarlayan Andie'nin hayatına misafir olmak sizi gerçekten sevindirecek. Üzerinizden tüm hafta yaşayacağınız yorgunluğu çekip alacak bir kere bu kadar güzel soundtrackları olduğu için bile izlenebilecek filmlerden.
İliklerime kadar hissediyorum, yeniden izleyeceğim! Hayatımın yönetmeni genç yaşta oldukça başarılı işlere imza atmış Dolan'ın izlemeye başladığım an etkisinden çıkamayacağıma kanaat getirdiğim 2015 Oscar'ının resmi adayı. Allahım ne desem az, muazzam!
Hayali Kanada'da kaderi doğrudan S-14 yasasına bağlı olan Diane adında bir kadının hayat hikayesini anlatıyor. Diane başarılı olmayı sürekli yıkıcı davranış bozukluğu olan oğlu Steve için ertelese de hayatındaki en büyük başarısı oğlunu sevmek.
"Bir anne hayatı boyunca oğlunu daha az sevemez."
Birbirlerinden hiçbir şey saklamadıkları sürece paylaştıkları her gürültüye tahammül edebilmeleri beni etkileyen baş hareketlerden biriydi. Ama dediğim gibi hiçbir şey saklamadıkları sürece. Bir anneye kendi kendime oturduğum yerden savurduğum yargıları bir kez daha düşündürdü bana, anne olmak her koşulda kolay değil elbet ama Steve'in annesi olmak da normalin üzerinde bir kapasiteye sahip. Komşularıyla yaşadıkları o eğlenceli ortamın sahnelerinde sırıttım ama acı çekmem gereken yerlerde de oldukça burkuldum. Nereye dokunmak istediyse oraya dokunmuş sevgili Dolan!
" Hayat poker gibi. Elinde iyi bir el yoksa mahvoldun.."
Dolan tekniğini bilen bilir, filme dair beğenmediğim tek bir şey bile yok. Hayatımın mutluluk köşesinin bir yerine yerleşti bile. Diane'ın Steve'in çoraplarını okşadığı sahnede sıkışıp kalan ruhunuzla, dans ettikleri dünyadan kopuş dakikalarında, Diane'ın komşusunun gidişi karşısında aynı hissi yaşadığınızla, Steve'in son sahnedeki muazzam hareketiyle, unutulmaz soundtrack'larıyla ve şahane oyunculuklarla izleyiniz..
Dünyanın ilk ve en güzel filmisyenin annesi, adaşım, pek severmiş Aamir Khan'ı :) Bizde sevdik! Hint filmi izlemem diye ortalarda dolanırdım yıllarca büyük bir ön yargıyla. Bu yargıdan vazgeçmem de 3 İdiots'u izlememle orantısal olarak kırıldı; tabii ki Aamir Khan'ın da etkisini yadsıyamam. "Evimizin abisi" diyor ona Filmisyen ...
İzledikten sonra ne kadar gündemsel bir film izledim dedim, içimden gele gele. Nasıl da bazen benim gibi diyor, bizim gibi diyor. Aynı kandan değiliz ama bizim dediklerim kendilerini biliyor.
Sizi yaratan tanrıya gönülden inanın ve sizi korusun diyor Peekay; ama kendi yatrattığınız tanrıyı korumayı bırakın! O yanlış numarayı veriyor ve onun yüzünden masum insanlar ölüyor..."
Değil mi ki işte gündem!
Değilse değil deyin, di ye me dim.
Peekay bambaşka bir gezegenden geliyor. İçerisinde hiç kıyafet giyilmediği ve kimsenin birbirine yalan söylemediği ... Aynı zamanda üzülen insanlara yapmaları söylenen öyle tatlı bir dans şekilleri var ki görmelisiniz.
Keşke biz de öyle dans ettiğimizde geçse, değil mi?
Her seferinde -yok diyorum düşündürecek bu kez ama ağlatmayacak, kalbimizi dağlamayacak- ama olmuyor. Nerden nasıl yapıyorsa gelip dokunuyor zaten "Sevgi bin kilometre ötede bile olsa gelir dokunur bize"
Pakistanlı Müslüman Sarfaraz ile Hint Jaggu'nun aşkıyla başlıyor film. Yanlış numara, bu aşkı bazı yerlerden kırıyor. Sormak lazım demek ki, sormadan çözülmeyecek şeyler var. olmaması gereken tesadüfler can sıkabiliyor. Programda Peekay ağlayarak her taşı yerine oturturken onunla devam edeceksiniz siz de. Bir de o boğaz düğümlenmeleri olmasa keşke.
Daha önce sorgulmadığınız şeyleri öyle güzel sorgulatacak ki, bu ne güzel dünya bakışı diyeceksiniz bazen. Söylemeden geçmeyelim Deizim'e göz kırpıyor çokça eleştirmene göre ki "bir Müslüman'a yakışmaz" diyen bile olmuş; duymak bile istemem. İnanmayabilirsiniz ya da çılgınlar gibi tam tersini olabilirsiniz; nasıl ki her şey için emir "oku"dur şimdi de izleyin. Yaratılmış en akıllı varlıklar olarak her şeyi görüp yüce aklınızla karar vermek sizlerin elinde. Toplum filmidir, yaşadığımız bazı şeyler için vicdana ve beyne çağrı yapan filmdir.
Din tüccarlarına, yalancılara ve kaderin belirsiz eşiğine saygıyla...
"Tutunmaya çalışacağım şeylerden biri de bugün burada konuşmamın anısı olacak. Elimden gidecek, biliyorum, belki yarın gitmiş olacak ama bugün burada konuşuyor olmak... Benim için çok anlamlı... Bana iletişime her zaman hayran olan eski beni hatırlatıyor."
"Yitirme sanatında ustalaşmak zor değil. O kadar çok şey yitirilme niyetini içinde taşıyor ki yitirmeleri felaket olmuyor."
Bir kadını uyutmayıp gecenin bir körü hüngür hüngür ağlatan bir sorunu karşısında onun yanında olduğunu söyleyip zaman ve hastalık ilerledikçe bu durumu yaşamaktan gocunan adamın kaçış hikayesine daha çok takıldım aslında. Başarılı ve oldukça güzel Alice Howland'ın yakalandığı ailevi alzheimer hastalığı oldukça kırıcı, utandırıcı ve hızlı ilerlemektedir.
Yaşattığı duyguların en ucunda, kendinize olan saygınızı, özeninizi ve güveninizi yitirdiğinizi sansanız da yiten en önemli ve tek şey ANILARINIZ. Kendi için durum bu kadar kötüleşmemişken çektiği videoyu izlerken yapması gereken şeyi odaya çıkana kadar unuttuğu için defalarca izlediği sahnenin kırıcılığı hala üzerimde!
"Hiçbir şey sonsuza dek yok olmaz. Bu dünyada acı verici bir ilerleyiş vardır. Geride bırakılana özlem duyarak ileriyi düşünmek."
Gerçekliğini yitirmesini istediğiniz gerçek bir hikayeden beyaz perdeye aktarılmış Tommy O'haver eseri. Nerede yaşıyor olduğunuzun bir önemi yok, nasıl bir yerde yaşıyor olduğunuz en önemlisi.
Çocukları olmadan daha mutlu olacaklarına inanan bizim bildiğimiz anlamda olmayan anne ve babanın çocuklarını otobüste tanışıp oyun oynamaya gittikleri bir evde bakılmalarına karar vermeleriyle başlıyor. Ayda 20 dolar karşılığında hasta Gertrude 6 çocuğuna ek Slyvia ve Jennie'yle yaşamaya başlar. Aman ne YAŞAMAK!
Filmin gücü mahkeme tutanaklarından kesitlerle devam etmesiyle orantılı. Ortaya çıkan ve yavaşça dozu arttırılan "şiddet", yapanların daha fazlasını yapacaklarına inanması, neden yaptıklarını bilmemeleri ancak güçlerinin yettiğini gördükçe daha da arttırmaları. Efso Catherine Keener oyunculuğuyla rahatsız edici filmler listesinde, izlenmesi gerekli muazzam filmlerden bence.
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.