Ah Kieslowski, kalbimizi sızlatmaya bir kez daha cüret etmişsin. Kızmak değil, yankılamak içinde tarif edemediğin şeyleri, filmin her sahnesinde bakışları bir bir içine hapsetmek. İkili ilişkilerde ne yaşanır bilmem ama Kieslowski'nin anlattıkları her zaman yaşanıyor.
Bunun kaderle ya da Kieslowski ile bir ilgisi yok, tamamen çok sevmekle alakalı. Serinin ikinci filmi ve yine bir deha ile karşı karşıyasınız. Polonya'lı göçmen Karol'ın hikayesi. Karısının sonsuz utanç kaynağı sebebiyle boşamasından sonra eski hayatına geri dönmeyi çabalıyor, bu sahnelerde eğlenseniz de umudunuzu kıracak yerler pek yakında.
- Seni seviyorum desem anlamayacaksın, senden nefret ediyorum desem onu da anlamayacaksın, seni istiyorum, sana ihtiyacım var dememi de anlamayacaksın, + Anlıyor musun? - Hayır...
Tamamen farklı birisi olmaya başlayan Karol başta eşi olmak üzere tüm arkadaşlarını ve parasını kaybetmiştir. Yeniden bir şeylere tutunmaya ek yapılacak tek bir şey var; intikam! Sıcak mı yenir soğuk mu bilmem ama bu derece aşk doluyken de yenmez yahu. Hazımsızlık yapar. Aşk ve intikam üzerine yapılmış en güzel anlatımlardan birisi White, serinin bir Blue hali olmasa da bana kalan apayrı sahneleri var. Keyifli seyirler..
“Bil ki; yaşadıklarınla değil, yaşattıklarınla anılırsın ve unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.”
Tür : Dram
IMDb: 7,2
Yönetmen: Kim ki-Duk
Oyuncular: Min-So Jo, Jung-Jin Lee, Ki-Hong Woo
Biz her ne kadar izledikten
sonra yine Kore ve yine duygusal vahşeti ele almış bir intikam filmi
desek de Kim-ki Duk'a göre konu intikam değil; paranın insanlara neler
yaptıracağıyla ilgili tamamen. Filmi izleyin, siz de söz sahibi olabilin bence. Pieta, Dünya prömiyerini 2012 Venedik Film Festivalinde yapan ve burdan ödülle dönebilen rahatsız filmlerimizden .
Bir
bebekten katil yaratılır filmleri hep sevgisiz Koreli çocukların kaderi
mi diyordu okuduğum bir yazıda.. Öyle mi bilemem ama sanırım bazı
şeyler göründüğü gibi değil demenin Korecesi oluyordur.
Ama
kalbinizi taşa da dönse bir tutam sevgi sizi mantıktan koparıp hissel
yaşantıya döndürebiliyor. Tek damlası bile kalbi yeniden yeşertmeye
yetebiliyor.
*Çalkalıyorlar; dibine çökmüş olan sevgi kendine geliyor.
Annesi
o daha çok küçükken terk edilmiş çocuğumuzdur, Gang Do; film başlarında
duygularını kaybetmiş ve kimseninkileri de önemsemeyen gaddar bir
tahsilatçı basitçe. Sonra birden annesi yeniden gelecek belki de..
Olamaz mı? Bu kez belki terk edilmemek için işinden vazgeçecek;
peşinden gelecekler klişesi mi olacak..
Son sahne bana OldBoi hatırlattı. Güllerin içinden kendi kızının çıktığını görmüştü bizim ihtiyar delikanlı.
Gang
Do da kendi için örülmüş kazağıyla annesinin yanında usul usul yatacak,
yatamazsa kalkar annesinden kalanları yeşertmek için etrafını sular,
değil mi?
Kalp
taş olmaktan çıktıktan sonra baktığınız duvara bile pembe bakıyorsunuz, o tarif edilemez duygular hep o anların verdiği inanılmaz derin
boşluklar oluyor... Aslında içinizde yaratılmış manevi çukurlar.
Hayatı iyisiyle de kötüsüyle de sadece yaşayarak izleyin...
Polonya'lı deha diye bahsediyorlar hakkında. Bir film görselinden arakladım ismini ben de bazen bir resim hayatınızı değiştirebiliyor kısmı bende farklı işliyor.
Bir trafik kazasında eşini ve çocuğunu kaybeden Julie'nin kendini bir türlü toparlayamamasını konu edinmiş film. Ama bu kadar vurucu ve yaralayıcı sahneleri hep kendi yanınıza ayırıyorsunuz keza soundtrack'lar da aynı şekilde. Bu kadar hüzün ve bu kadar vicdani duygular ön plandayken sabrınızın bir şekilde sönmesine neden olan gerçeklerle yüzleşiyorsunuz. Üzerinizden koca bir fil kalkıyor o sırada. "Artık tek bir şey yapmam gerektiğini öğrendim; hiçbir şey."
Kurgulanmış en güzel sahneleri barındırıyor benim için, Julie'nin yüzleştiği gerçekten sonra kocaman bir "Oh!" çekiyorsunuz, Julie için. Yürürken geçmişine inat ellerini duvara sürrtüğü sahneden tutun yüzleştiği gerçekten sonra yaptığı her hamleye kadar kalbimin en güzel nefes alanlarında. Üçlemenin ilk ve en güzeli, diğer renklerde görüşürüz. İyi seyirler..
“Eğer meleklerin diliyle konuşsam; ama sevgim olmasa ben bir hiçim.”
Bilen bilir evin her odasından duyulacak kadar hint sevdası bir anneye sahip olduğumu. Zorla dinlettiği video klipler, film sahneleri ile geçmişimi ve geleceğimi doldurmuş oldu, şükür. Ghajini, Aamir Khan'ın yıldızını parlatışında bana kalırsa en önemli yükselişlerden biri. O da bizim evin abisi, zaten takipteki arkadaşların haberi vardır bu durumdan.
Kalpana, kendi kendini geçindiren orta düzey bir reklam şirketinde çalışmaktadır. Hindistan'ın ünlü iş adamlarından biri olan Sanjay Singhania'yı karıştırdığı yalanları ile çok yüksek yerlere gelmeye başlamıştır. Ama sevgilisinin Sanjay olduğunu bilmemektedir. Bu kısmı pek anlatmak istemiyorum çünkü her sahnesi oldukça eğlenceli, tadı kaçmasın.
Dünyada yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli şey; iyilik. İnsanların hayatlarına müdahale etmeyi ve onların üzerinden zengin olmayı başardıklarını zanneden bir takım pislikler tarafından acımasızca acı çekiyor Kalpana ve Sanjay. Spoiler vermemek için delirdim burada ama her sahnesini habersiz izleyiniz.
Sanjay'ın hafızasını bir türlü sabitleyememesi de olayın gidişatını oldukça zorluyor. Memento'ya oldukça benzese de Ghajini bir Hint yapımı, eğlenceliğinden doğallığına her şey mevcut. Hüngür hüngür ağlayacağınız her sahne için şimdiden özür diliyorum ama hayatımın en iyi filmlerinden birisiydi. İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Spoiler vermek istemiyorum ki anlattıklarımı öyle değerlendirmeyin diye de umacağım..
Lus Besson filmi; Leon'un yaratıcısından. Tabii ki filmi görmemdeki en büyük etkendi kabul ediyorum; güvenim sonsuz gittim. Umuyorum sizde öyle izlersiniz. Ki bu kadar vizyonda kalmasını beni beklemesine yordum :)
Bir aşk hikayesi yok. Ama sanırım Lucy gibi yaklaşık bir haftadır tanıdığınız biri için hiçbir şey yapmamayı baştan öğretiyor.
Lucy(asıl elemanımız), Richard ile bir hafta takılmış gece eğlencelerinde boy gösteren Taipe'deki öğrenci kızımız. Bir teslimat için otele giriyor ve maalesef kendini kurtarması hiçbir akla sığmayacak şekilde olacak. Mr.Jang Taipe'deki korkunç yeraltının gözde uyuşturucu satıcılarından. Ağına düşen Lucy de mecburen ona hizmet vermek zorunda kalacak, beraberinde 3 kişiyle birlikte. Uyusturucu ise sentetik bir CHPU 4. Kadınların hamilelik döneminde en minimum düzeyde üretebildiği bu madde içeride yeni bir insan bile yaratabiliyor(!)
-Mide altına yerleştirilen bu paketler kazara içeride patlar ve kana direkt nüfuz ederse ne olur- sorunsalı ise filmi oluşturan olaylar zincirini beraberinde getiriyor.
Lucy; acıyı, korkuyu ve arzuyu hissetmiyorum diyen güzel ve seksi ama bir o kadar da acımasız bir savaşçı ruhuyla göreceğiniz muazzan Scarlet Johansson ile hayat bulmuş tabii ki. Ayrıca Morgan Freeman'ın olması gerektiği kadar oldurmuşlar hem de sevdiğimiz yüce bilgeliğiyle ki keşke daha fazla olsaydı tabii..
Yapılan araştırmalar sonucu beynimizin %10'unu kullanabildiğimiz söyleniyor. Ya bu sentetik madde Lucy'nin vücuduna bu şekilde karıştığında onun beynindeki nöronların hızla üremesine sebep olur da bu durumu %100'e kadar çıkartırsa?
Ne mi olur? Cevap veriyorum.Bence görsel şölen, olur.
Lucy etrafındaki her şeyin inanılmaz derecede farkında olacak, hisleriyle ve beyniyle elektronikten tutun da normal insan vücuduna kadar her şeyi yönetebiliyor olması ise akıllara durgunluk verecek.
Tabii ki filmi izlerken inanmadığınız Darvin teorisinden yola çıkılacak olabilir ki - siz de öyle yapacaksınız..
Bu filmi çeken de %10'unu kullanıyor yeaa nasıl bilsin %40'ları 100'leri diyeceksiniz - ki siz de başka yollarla nasıl olurdu diye düşüneceksiniz yeniden senaryo yazacaksınız, orası ayrı.
Ama filmlerin tatları oradadır zaten. Bilimsel makaleler ya da ders kitapları gibi her şey olurunda ve bilgi düzeyinde olsaydı bu inanılmaz sıkıcı olurdu. Bırakın birileri sizin için her şeyi düşünmesin siz de hayal edebilin. Mantık hatası hiç mi olmaz demeyin olur çünkü her şey insanlar için ^-^
Dünyada en başından beri beynimizi %100 kullansaydık belki bu iyiye gidebilirmiş -tabii filmden yola çıkıyorum. Şayet şimdiki gibi sonradan görme olunacaksa bu tam bir felaket . Çünkü izlerken Lucy'nin durumların ne kadar umrunda olmadığını fark edecekseniz. Suçlar, ölümler ya da sonu felakete dönüşebilecek şeyleri maalesef umursamayacak. Bu iyi değil.
Umarım beynim %100 çalışmaz diye umarak izleyin ..
Olmaması gereken her şeyin var olduğu filmde katlanamayacağımız olmazlıkların hiçte rahatsızlık vermiyor oluşuna ek fazlaca akıcı bulduğum Godard eseri. Savaşın, silahların, kaçma ve kovalamanın aksine filmde benimsediğim tek şey şiir. Daha önceki Godard filmlerinden alıştığımız gibi cevapsız sorular ve yarıda kesilen cümleler de dahil.
"Dün seni görmedim ama seni düşündüm, şimdi seni görüyorum ama başka şey düşünüyorum."
Şimdiye kadar hayatı çok sıradan, ideali olmayan bir adam Bruno. Fransa-Cezayir savaşı sırasında sağ görüşlü bir grubun militani olarak Cenevre'de yaşıyor. Veronica'ya da burada aşık oluyor. Veronica, PaulKlee tablolarını hatırlatan bir gökyüzü ve gözlerinin altı velazquea grisi bir kadın. Bir suikast emrini yerine getirmediği/getiremediği için çetesiyle sorunlar yaşamaya başlayan ve işkencelerle devam eden hayatında düşlediği tek şey Veronica'yı da alıp Brezilya'ya gitmektir.
Geçmişten kopamadığınız her ana bazen saygılı bazen saygısız davranıyorsanız tam sizin filminiz. Görmeniz gereken tek şey filmin başındaki şu sahne; "Birbirinizi sevin." Birbirinizi severek izleyiniz, iyi seyirler.
İzle, dediği bir filmi yine,yeniden -çook önceden izlemiş olduğumu hatırlayarak- izleyip; müthiş zevk verici bu olayı kendi kendime kutladığım bir film daha.
Doğru insan, doğru yer; yanlış zaman.. Tıpkı onun dediği gibi. "Yanlış insan olmadığına şüphe yok ama zaman doğru değil.."
Zaman dediğimiz bu tuhaf canavar, ne kadar acımasız öyle değil mi? Bazen sınırları zorlarcasına süründürüyor; bazen dalga geçer gibi yarı yolda bırakabiliyor. Ya geç kalıyorsunuz ya da çok erken gelmiş oluyorsunuz ki en mühimi hep kısıtlı.
Kaderden hep bahsediyoruz daha da halk diliyle 'hayırlısından'.. Ama şunu kendimize öğretemiyoruz hiçbir şey değil; olması gereken iyisiyle de kötüsüyle de oluyor.
Alex ve Kate kadere dokunabilen ve benim gözümde gerçekten 'kahraman' olan film kahramanları..
Fantastik öyküler seçmekten yorulmuyorum veya yaşadığımız hayatlarda olması imkansızlığın bile sınırlarını zorladığı hatta hiçbir şekilde olması mümkün olmayanları seçtiğim doğru. Fakat siz yaşadığınız aşkları; ilişkileri ya da hayatları nasıl küçümseyebiliyorsunuz? Onları nasıl bu fantastik ya da imkanları zorlayan filmlerin konularından ayrı tutabiliyorsunuz? Yanınızdaki adamı/kadını ilk kez sizin hatırladığınız bir zamanda gördüğünüz ne malum? Nerede birbirinize ilk kez gülümsediğinizi nereden biliyorsunuz? Ya da da ha önce kolunuzun yolda yürürken rastgele birbirine değmediğini?
Ben bilmiyorum ve şiddetle umuyorum ki ilk kez benim bildiğim zamanda karşılaşmış olalım. Çünkü muazzam bir insanı daha önce o kadar yakından görüp hiçbir şey yapmamış olmak zamanı suçlamak için biraz fazla ağır.
Alex ve Kate; o, adeta ev diyerek küçümsedikleri, benim ise görsel şölen diye tabir edebileceğim yerdeki belki de hayatınızda hiç tahayyül etmediğiniz bir tesadüfle birliktelikleri başlayacak iki apayrı insan.
2004'ten bir adam, 2006'dan bir kadın; 2008'de bambaşka bir boyut..
Birbirlerine yetişmeye ya da beklemeye aşkla bağlı kalmış insanlar.. Biliyorum filmden sonra, mektup yazmak isteyeceksiniz ve adım kadar eminim o evde yaşayabilmek için müthiş bir istek duyacaksınız..
İzlerken herkesin peşinden koşmayı bırakın. 2014 yılının bu sıcak Eylül'ünün filmi olmayabilir. Belki daha çok yağmurda, battaniye altında; elde kahve veya çayla gidebilecek bir film ama kızgın Temmuz'a bile meydan okur, diyorum.
" İki kalp birbirine bu kadar yakın, iki kalp birbirine bu kadar benzer ve duyguları bu kadar uyumlu olabilir.." Aynı siz, değil mi? Çünkü aynı biz.
Kate'in korkuyla ağlamasına rağmen, Alex'in sabrıyla izleyiniz..
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.