İliklerime kadar hissediyorum, yeniden izleyeceğim! Hayatımın yönetmeni genç yaşta oldukça başarılı işlere imza atmış Dolan'ın izlemeye başladığım an etkisinden çıkamayacağıma kanaat getirdiğim 2015 Oscar'ının resmi adayı. Allahım ne desem az, muazzam!
Hayali Kanada'da kaderi doğrudan S-14 yasasına bağlı olan Diane adında bir kadının hayat hikayesini anlatıyor. Diane başarılı olmayı sürekli yıkıcı davranış bozukluğu olan oğlu Steve için ertelese de hayatındaki en büyük başarısı oğlunu sevmek.
"Bir anne hayatı boyunca oğlunu daha az sevemez."
Birbirlerinden hiçbir şey saklamadıkları sürece paylaştıkları her gürültüye tahammül edebilmeleri beni etkileyen baş hareketlerden biriydi. Ama dediğim gibi hiçbir şey saklamadıkları sürece. Bir anneye kendi kendime oturduğum yerden savurduğum yargıları bir kez daha düşündürdü bana, anne olmak her koşulda kolay değil elbet ama Steve'in annesi olmak da normalin üzerinde bir kapasiteye sahip. Komşularıyla yaşadıkları o eğlenceli ortamın sahnelerinde sırıttım ama acı çekmem gereken yerlerde de oldukça burkuldum. Nereye dokunmak istediyse oraya dokunmuş sevgili Dolan!
" Hayat poker gibi. Elinde iyi bir el yoksa mahvoldun.."
Dolan tekniğini bilen bilir, filme dair beğenmediğim tek bir şey bile yok. Hayatımın mutluluk köşesinin bir yerine yerleşti bile. Diane'ın Steve'in çoraplarını okşadığı sahnede sıkışıp kalan ruhunuzla, dans ettikleri dünyadan kopuş dakikalarında, Diane'ın komşusunun gidişi karşısında aynı hissi yaşadığınızla, Steve'in son sahnedeki muazzam hareketiyle, unutulmaz soundtrack'larıyla ve şahane oyunculuklarla izleyiniz..
Dünyanın ilk ve en güzel filmisyenin annesi, adaşım, pek severmiş Aamir Khan'ı :) Bizde sevdik! Hint filmi izlemem diye ortalarda dolanırdım yıllarca büyük bir ön yargıyla. Bu yargıdan vazgeçmem de 3 İdiots'u izlememle orantısal olarak kırıldı; tabii ki Aamir Khan'ın da etkisini yadsıyamam. "Evimizin abisi" diyor ona Filmisyen ...
İzledikten sonra ne kadar gündemsel bir film izledim dedim, içimden gele gele. Nasıl da bazen benim gibi diyor, bizim gibi diyor. Aynı kandan değiliz ama bizim dediklerim kendilerini biliyor.
Sizi yaratan tanrıya gönülden inanın ve sizi korusun diyor Peekay; ama kendi yatrattığınız tanrıyı korumayı bırakın! O yanlış numarayı veriyor ve onun yüzünden masum insanlar ölüyor..."
Değil mi ki işte gündem!
Değilse değil deyin, di ye me dim.
Peekay bambaşka bir gezegenden geliyor. İçerisinde hiç kıyafet giyilmediği ve kimsenin birbirine yalan söylemediği ... Aynı zamanda üzülen insanlara yapmaları söylenen öyle tatlı bir dans şekilleri var ki görmelisiniz.
Keşke biz de öyle dans ettiğimizde geçse, değil mi?
Her seferinde -yok diyorum düşündürecek bu kez ama ağlatmayacak, kalbimizi dağlamayacak- ama olmuyor. Nerden nasıl yapıyorsa gelip dokunuyor zaten "Sevgi bin kilometre ötede bile olsa gelir dokunur bize"
Pakistanlı Müslüman Sarfaraz ile Hint Jaggu'nun aşkıyla başlıyor film. Yanlış numara, bu aşkı bazı yerlerden kırıyor. Sormak lazım demek ki, sormadan çözülmeyecek şeyler var. olmaması gereken tesadüfler can sıkabiliyor. Programda Peekay ağlayarak her taşı yerine oturturken onunla devam edeceksiniz siz de. Bir de o boğaz düğümlenmeleri olmasa keşke.
Daha önce sorgulmadığınız şeyleri öyle güzel sorgulatacak ki, bu ne güzel dünya bakışı diyeceksiniz bazen. Söylemeden geçmeyelim Deizim'e göz kırpıyor çokça eleştirmene göre ki "bir Müslüman'a yakışmaz" diyen bile olmuş; duymak bile istemem. İnanmayabilirsiniz ya da çılgınlar gibi tam tersini olabilirsiniz; nasıl ki her şey için emir "oku"dur şimdi de izleyin. Yaratılmış en akıllı varlıklar olarak her şeyi görüp yüce aklınızla karar vermek sizlerin elinde. Toplum filmidir, yaşadığımız bazı şeyler için vicdana ve beyne çağrı yapan filmdir.
Din tüccarlarına, yalancılara ve kaderin belirsiz eşiğine saygıyla...
"Tutunmaya çalışacağım şeylerden biri de bugün burada konuşmamın anısı olacak. Elimden gidecek, biliyorum, belki yarın gitmiş olacak ama bugün burada konuşuyor olmak... Benim için çok anlamlı... Bana iletişime her zaman hayran olan eski beni hatırlatıyor."
"Yitirme sanatında ustalaşmak zor değil. O kadar çok şey yitirilme niyetini içinde taşıyor ki yitirmeleri felaket olmuyor."
Bir kadını uyutmayıp gecenin bir körü hüngür hüngür ağlatan bir sorunu karşısında onun yanında olduğunu söyleyip zaman ve hastalık ilerledikçe bu durumu yaşamaktan gocunan adamın kaçış hikayesine daha çok takıldım aslında. Başarılı ve oldukça güzel Alice Howland'ın yakalandığı ailevi alzheimer hastalığı oldukça kırıcı, utandırıcı ve hızlı ilerlemektedir.
Yaşattığı duyguların en ucunda, kendinize olan saygınızı, özeninizi ve güveninizi yitirdiğinizi sansanız da yiten en önemli ve tek şey ANILARINIZ. Kendi için durum bu kadar kötüleşmemişken çektiği videoyu izlerken yapması gereken şeyi odaya çıkana kadar unuttuğu için defalarca izlediği sahnenin kırıcılığı hala üzerimde!
"Hiçbir şey sonsuza dek yok olmaz. Bu dünyada acı verici bir ilerleyiş vardır. Geride bırakılana özlem duyarak ileriyi düşünmek."
Gerçekliğini yitirmesini istediğiniz gerçek bir hikayeden beyaz perdeye aktarılmış Tommy O'haver eseri. Nerede yaşıyor olduğunuzun bir önemi yok, nasıl bir yerde yaşıyor olduğunuz en önemlisi.
Çocukları olmadan daha mutlu olacaklarına inanan bizim bildiğimiz anlamda olmayan anne ve babanın çocuklarını otobüste tanışıp oyun oynamaya gittikleri bir evde bakılmalarına karar vermeleriyle başlıyor. Ayda 20 dolar karşılığında hasta Gertrude 6 çocuğuna ek Slyvia ve Jennie'yle yaşamaya başlar. Aman ne YAŞAMAK!
Filmin gücü mahkeme tutanaklarından kesitlerle devam etmesiyle orantılı. Ortaya çıkan ve yavaşça dozu arttırılan "şiddet", yapanların daha fazlasını yapacaklarına inanması, neden yaptıklarını bilmemeleri ancak güçlerinin yettiğini gördükçe daha da arttırmaları. Efso Catherine Keener oyunculuğuyla rahatsız edici filmler listesinde, izlenmesi gerekli muazzam filmlerden bence.
Leyla ile Mecnun'u çok mu çok özledik?!
Ben özlemlerinden yataklara düştüm diyebilirim. Birebir karakterleri dışında bizlere yansıttıklarını, imalarını, samimiyetlerini aslolan absürtlüklerini özledik, bence. İşte Bana Masal Anlatma' yı izlemeye gidip ehh diyenlerin Leyla İle Mecnun geçmişini sorgulamak gerecek sanırım. Burak Aksak'ı hiç mi anlamak istemediniz derim mesela... Benim gibi işaretlerle beynini yemiş bir insan için bile anlamlı, yer yer işaretli ;)
Bir şeye körü körüne inanma diyor Burak Aksak, işaretler senin sandığın kadar kolay çıkmıyor karşına, dünyayı sen, sevgin, bağlılığın ve birlikteliğin yenecek. Değil mi ki bundan sebep dünyayı kurtaranlar da hep şemsiyesiz olanlardı? İnsan doğası gereği hep bir şeylere ayak uydurmanın peşinde, düzeni bozmamanın, güçlü olanın karşısında dikilmemenin, meydanı hep boş bırakmanın... Bak diyor film, bak da gör. Sen bir küçük kıvılcımsın ama parlayacağın yer petrol kaynıyor. Bir kendini gösterirsen çok canlar yakacaksın, kısıldığın yerden kocaman görüneceksin, çık diyor dışarı ve kendini göster. Hayallerin gerçekleşip gerçekleşemeyeceğini sana kim söyleyebilir ki, sen göreceksin. Senin için yazılmış güzel şeyler olabilir. Üzüldüğünde, özlediğinde, beklediğinde 1000'e kadar say bakalım.
Geçmedi mi? Devamın basit; bir kere daha say. Geçmeyecek hiçbir şey olmadı, henüz gelmedi insanın başına.
Ayperi ile Rıza'nın absürt hikayesi bu. Tanık olacağınız muazzam sevgi ve eğlence dolu bir hikaye. İsmail Abi'ye ufak bir göndermesi bile var, canımızın içi :) "O gemi bir gün gelecek!" diyor Burak Aksak, bir röportajında da değinmiş. Canı gönülden, ilk günkü gibi inanıyoruz biz de buna -mutlaka bir gün gelecek- Tabii ki yanlı bakıyorum doğruyu söylemek gerekirse ama daha önce bu tadı alan biri için çok da mümkün değil objektif olmak. Sıcak mahalle tadı, belki görmediğimiz; birilerinin safça, çıkarsız bir şeyleri sevebildiği, bilemediğimiz...
Bu hayata da tanık olmak istemez miyiz? Nasıl da isteriz aslında. bu ütopik mahalle keyfi şu sıra ihtiyacımız olan küçük bir şey belki de. Sadece içi sığ aşk kokan filmlerden, aile bağlarının çok sorgulanmasından ve gerçek hayattan kendinizi soyutlayacağınız gibi asla pişman olunmayan bir 108 dakika...
Sinemalarda sizler için!
İçinizdeki çocuğu kaybetmeden, 1000'e kadar sayarak izleyiniz.
Seçimlerden ve etkileyen işaretlerden ömrümün sonuna kadar bahsedeceğim -çünkü inandığım her şeyden ömrümün sonuna kadar bahsedeceğim -
Açıkçası kısa ve düğümsel hikayemiz Leonard'ın nişanlısından genetiklerinde örtüşmeyen sebeplerden sonra acımasızca ayrılmalarıyla başlıyor biz tam anlamıyla tanık olmasak da. Leonard bu durumu kabullenememiş ayrılığın da sevdaya dahil olduğu bir ülkede hayatında aşktan uzak hala aynı sevgiyle yaşıyor; Michelle ile tanışıncaya kadar. Michelle ise hayatının karmaşasını çözemiyor Leonard ile ortak bir hikayeleri oluyor, arkadaşça...
Gelgelelim hayat o kadar adil ya da kolay değil. Mantık sizi A noktasından B noktasına götürene kadar hayatınızdaki tahammülü ve sevgiyi yok edercesine yıpratıyor. Ne kadar zor olursa olsun birine duyulan sevgiyi mantığınızla ezip geçebilir misiniz geçemez misiniz diye kendinize sormak için sadece tek şansınız var. Olmuyorsa zorlamamak gerekiyor çünkü olmuyor, net. Bunun adı aşk mı takıntı mı her neyse.. Yaşanılan şeyler ne kadar yanlış ve üzücü olursa olsun insan yaşamaktan bir adım öteye atmıyor kendini bu da bir tür melankoliye duyulan içten bağlılık belki. Akıllı seçimler kalbinizden geçmediğinde diğerinden daha çok üzülüyorsunuz. İnsan inanmak istediği her ne varsa hiç çaba sarf etmeden inanıyor, kaçınılmaz son... Umut ettiğiniz olmasını beklediğiniz o şeyler için küçük bir ışık bile belirse diğer tüm olasılıkları çöpe atıyorsunuz arkanıza bakmadan.
Son olarak terk edilmişliğinizle baş başa kalıyorsunuz, mantığınızla yani... Oturup hemen bir yol çizmeniz gerek tam da o dakika, Leonard da o noktada Sandra ile mutluluğa yelken açacağına inanarak hak edene hak ettiğini veriyor, her ne kadar kırılmışlığının üzerine kimse bilmeden usulca gitse de. Hayatı yaşayarak görmek zorundasın, diyor dış ses; sen kalıyorsun her yangından geriye ve insan zaten kendisi için var. Başkası için de olabileceğimiz hayatlar maalesef hepimize sunulmuyor, bazılarımız tek başına yaşıyor.
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.