Ted Danson'a ve yarattığı tüm mimarilere bayılıyorum ;) Göz kırpışlarım goes toooo "The Good Place"
Aaa bu film de neymiş diyerek 3.kez izlediğim filmi sanırım artık satırlara dökmek ve işaretlere inanmak için harika günler geçiriyorum. Şaşılacak bir romantik-fantastik hikaye. Böyle bir etiket var mı bilmiyorum.
Hayatınızı düzeltmek, ilişkinizi kurtarmak, evliliğinize yeni bir soluk getirmek istediğinizde kendinizi bir simülasyonun içinde gibi hissedebilirsiniz. Tabii ilk fark eden kazanır diye bir kural koymamışlar ne yazık ki! Yıllar öncesine bile dönseniz biri bir yerlerden çıkıp "hadi ama hissettiğin bu mu yani" diyerek uyandırabilir. Çünkü gerçek bu. Hayat devam ediyor ve siz zincirden koptunuz diye işleyiş bitmiyor. Harika bir yaratılmışlık var. Her şey değişmeye yeni bir boyut kazanmaya devam ediyor. Tıpkı ilişkiler gibi. Bu dünyadaki bütün ilişkiler bitebilir. Evrenin dönüş mekanizması öküzün üzerinde değil de bunun üzerinde olabilir.
Sonuç olarak beğendiğimiz/alıştığımız bedenlerin sadece içi değiştiğinde hoşumuza gitmeye başlayabilir. Çünkü "insanlar değişir; hisler değişir". Nerede kalıyorsanız kalın, kimi seçiyorsanız seçin kalbiniz nerede "huzur" denen anlamsız duyguyu buluyorsa oraya aitsinizdir. Yadırganmayacak kadar iyi bir tespit.
Belki de bir başka bedende bulacağınız muazzam aşklar için izleyiniz.
Dört yıllık uzun bir kopuştan sonra ayrılığın son ancak en resmi aşaması olarak nitelendirilen boşanma işlemleri için yeniden bir araya gelen Ahmad ve Marie çevresinde yaşanan sancılı hayatların aslında birazda kendimizden bir kaç ipucu veriyor olmasına şaşırarak kalakalıyoruz ekran başında. Ahmad'in kısa süreli ziyaretinin kuytuda kalmış sırların ortaya çıkmasına tüm benliğiyle sarılmasına şaşıramıyoruz bile.
Farhadi ile tanışma fırsatını bir türlü yaratamamıştım yine hayatımın en belirgin tesadüfü sayesinde oturup izleme fırsatı buldum. Belki en az seveceğim filmi buydu ama diğerlerini izlemeden yorum yapacak kadar çok sevdim. İran sinemasındaki gerçekliği ve üst düzey kurgusallık zekasını çok beğeniyorum, insanın en derinine dokunup kendisini hatırlatıyorlar. İzlediğimiz hayatlar film değil, biraz da biziz. Her birinde yanımıza oturan aslında karakterler değil kendimiziz. Bu noktada zaman ve bizi savurduğu noktalar devreye giriyor. Hayat o kadar kısa ki, geçmişinizde bitiremediğiniz her şey gününüzü mahvetmek için sırada bekliyor olabilir.
Kurgunun ötesinde bir şeyler dönüyor ekranda iki buçuk saat boyunca, sanki bir eve misafirliğe gitmişsiniz ve her şey sizin gözünüzün önünde yaşanıyormuş gibi. Marie'nin kendi hayatı gibi dağınık evinde verdiği mücadelenin benzersiz büyüsü daha önce sizin yaşadığınız evde de yaşanmış gibi, sizin de dağıttığınız odanızda kendinizi bir türlü bulmak istemediğiniz için toplayamadığınız eşyalarınız gibi. Sorunlar, savrulmalar ve asla ne yöne doğru aktığınızı fark edememenin verdiği dayanılmaz ruh sıkıntısı.
Sıradan bir konu olmasına rağmen bir türlü sunduğu metaforların etkisinden çıkamıyorsunuz. Bu dağınık evdekiler arasında geçen ilişkide iletişim kuramamayı, yalanı, iftirayı, ihaneti durağan ama bağlayıcı bir dokunuşla beyaz perdeye Farhadi'den başkası bu kadar güzel aktaramazdı hissiyle, geçmişinizin en büyük düşmanınız olduğu kanısıyla ancak gününüzün de size dost olmadığını unutmayarak, kendinizi bulduğunuz sahnelerin büyüsüne kapılarak izleyiniz.
"Bellek tuhaf bir şey. Hiç düşündüğüm gibi işlemiyor. Düzeni gereği zamana çok bağlıyız."
Bu cümlelerle başlıyor film, bir gün bir yerlerde dram filmleri kraliçesi olacağıma inandığımdan içerisinde dramsallık barındırmayan hiçbir filmi izlemiyorum. Zamana takılı kalıp geçmişi ya da geleceği düşünmekten şu an'ı yaşayamıyoruz çoğu zaman, düzen böyle. Yarını yarın düşünüp, dünü dünde bırakamıyoruz. Dilbilimci Dr. Louise Banks'ın kırpılan zamanlardaki hayat hikayesine, Amy Adams'ın muazzam duru güzelliğiyle eşlik ediyor olmak sizi sonsuz iyi hissettiriyor.
"Yolculuğun bizi götüreceği yeri bilmeme rağmen ona kucak açarak her anını içtenlikle karşıladım."
12 adet tanımlanamayan cismin dünya üzerinde çeşitli noktalara inişinin endişesi sarıyor bir anda hayatını. Orduya yardım etmek için ne biliyorsa ortaya koyuyor, içgüdüleri kuvvetli kadınları her zaman kendime yakın bulmuşumdur. Bazen hislerle de hareket edebilirsiniz, hiçbir zararı olmuyor. Louise'in kendi yöntemleriyle tanımlanamayan yaratıklarla kurduğu ilişki sizi en başta büyüsüne kaptıracak. Sonrası da zaten muazzam bir akışla devam ediyor. Dünyanın artık korkunç bir yer olmaya başladığını daha önce de fark etmiştik beraber, sadece savaş için nefes alıyormuşuz gibi davranmamızın anlamsızlığına Dünya'ya gözümüz gibi bakmamız gerektiğini felsefik bir kaç dokunuşla çok güzel aktarmış Denis Villeneuve. Sadece tek bir an, tek bir şansımız var ne oluyorsa o an olacak.
Louise'in yaşadığı ev de tam olarak hayallerimdeki gibi, nasıl muazzam bir yer. Hayat, yaşamak istediğin anlardan mı yoksa yaşamak istemeyip de yaşadığın anlardan mı ibaret? Çok güzel sorduruyor film, sonu yok. Her şeyi düşünüyorsun, bir gün karşına tanımlayamadığın uzaylımsı bir varlık çıksa onunla nasıl iletişim kurmaya çalışırsın. Onu bile düşündürüyor.
"Kendimi bildim bileli başım yıldızlara dönüktür. Ancak beni en çok şaşırtan şey onlarla değil de seninle karşılaşmaktı."
Louise sadeliğinde, ne anlamak isterseniz onu anlayarak, kimi sevmek istiyorsanız onu severek, sonunu tahmin etseniz de yaşamaktan çekinmeyeceğiniz günler biriktirerek ve her şeyi zamanında kucaklayarak izleyiniz.
Ah Kieslowski, kalbimizi sızlatmaya bir kez daha cüret etmişsin. Kızmak değil, yankılamak içinde tarif edemediğin şeyleri, filmin her sahnesinde bakışları bir bir içine hapsetmek. İkili ilişkilerde ne yaşanır bilmem ama Kieslowski'nin anlattıkları her zaman yaşanıyor.
Bunun kaderle ya da Kieslowski ile bir ilgisi yok, tamamen çok sevmekle alakalı. Serinin ikinci filmi ve yine bir deha ile karşı karşıyasınız. Polonya'lı göçmen Karol'ın hikayesi. Karısının sonsuz utanç kaynağı sebebiyle boşamasından sonra eski hayatına geri dönmeyi çabalıyor, bu sahnelerde eğlenseniz de umudunuzu kıracak yerler pek yakında.
- Seni seviyorum desem anlamayacaksın, senden nefret ediyorum desem onu da anlamayacaksın, seni istiyorum, sana ihtiyacım var dememi de anlamayacaksın, + Anlıyor musun? - Hayır...
Tamamen farklı birisi olmaya başlayan Karol başta eşi olmak üzere tüm arkadaşlarını ve parasını kaybetmiştir. Yeniden bir şeylere tutunmaya ek yapılacak tek bir şey var; intikam! Sıcak mı yenir soğuk mu bilmem ama bu derece aşk doluyken de yenmez yahu. Hazımsızlık yapar. Aşk ve intikam üzerine yapılmış en güzel anlatımlardan birisi White, serinin bir Blue hali olmasa da bana kalan apayrı sahneleri var. Keyifli seyirler..
“Bil ki; yaşadıklarınla değil, yaşattıklarınla anılırsın ve unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.”
Polonya'lı deha diye bahsediyorlar hakkında. Bir film görselinden arakladım ismini ben de bazen bir resim hayatınızı değiştirebiliyor kısmı bende farklı işliyor.
Bir trafik kazasında eşini ve çocuğunu kaybeden Julie'nin kendini bir türlü toparlayamamasını konu edinmiş film. Ama bu kadar vurucu ve yaralayıcı sahneleri hep kendi yanınıza ayırıyorsunuz keza soundtrack'lar da aynı şekilde. Bu kadar hüzün ve bu kadar vicdani duygular ön plandayken sabrınızın bir şekilde sönmesine neden olan gerçeklerle yüzleşiyorsunuz. Üzerinizden koca bir fil kalkıyor o sırada. "Artık tek bir şey yapmam gerektiğini öğrendim; hiçbir şey."
Kurgulanmış en güzel sahneleri barındırıyor benim için, Julie'nin yüzleştiği gerçekten sonra kocaman bir "Oh!" çekiyorsunuz, Julie için. Yürürken geçmişine inat ellerini duvara sürrtüğü sahneden tutun yüzleştiği gerçekten sonra yaptığı her hamleye kadar kalbimin en güzel nefes alanlarında. Üçlemenin ilk ve en güzeli, diğer renklerde görüşürüz. İyi seyirler..
“Eğer meleklerin diliyle konuşsam; ama sevgim olmasa ben bir hiçim.”
Bilen bilir evin her odasından duyulacak kadar hint sevdası bir anneye sahip olduğumu. Zorla dinlettiği video klipler, film sahneleri ile geçmişimi ve geleceğimi doldurmuş oldu, şükür. Ghajini, Aamir Khan'ın yıldızını parlatışında bana kalırsa en önemli yükselişlerden biri. O da bizim evin abisi, zaten takipteki arkadaşların haberi vardır bu durumdan.
Kalpana, kendi kendini geçindiren orta düzey bir reklam şirketinde çalışmaktadır. Hindistan'ın ünlü iş adamlarından biri olan Sanjay Singhania'yı karıştırdığı yalanları ile çok yüksek yerlere gelmeye başlamıştır. Ama sevgilisinin Sanjay olduğunu bilmemektedir. Bu kısmı pek anlatmak istemiyorum çünkü her sahnesi oldukça eğlenceli, tadı kaçmasın.
Dünyada yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli şey; iyilik. İnsanların hayatlarına müdahale etmeyi ve onların üzerinden zengin olmayı başardıklarını zanneden bir takım pislikler tarafından acımasızca acı çekiyor Kalpana ve Sanjay. Spoiler vermemek için delirdim burada ama her sahnesini habersiz izleyiniz.
Sanjay'ın hafızasını bir türlü sabitleyememesi de olayın gidişatını oldukça zorluyor. Memento'ya oldukça benzese de Ghajini bir Hint yapımı, eğlenceliğinden doğallığına her şey mevcut. Hüngür hüngür ağlayacağınız her sahne için şimdiden özür diliyorum ama hayatımın en iyi filmlerinden birisiydi. İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Başlarken benzer cümleler kuruyor, internetin dünyayı daha küçük bir hale getirmesi gerekiyordu. Dünyanın belki de en mantıklı cümlesi, aslına bakarsanız zaten gittikçe küçülüyor. Dr. Will insandan üstün bir bilgisayar yapmaya başlar ve insan beyninden daha üstün bir şeyin olamayacağına kendini kaptırmış radikal bir grubun saldırısına uğrar.
Ancak burada vereceğim bilgi asla bir spoiler değildir; saldırıdan kurutulamayan Will'in güzeller güzeli karısı Evelyn kocasını yaşatmayı başaramasa da onun beyniyle iletişime geçmeyi başarır.
Bu sıralarda ben Filmisyen, olayın bilimsel yönüyle bir an bile ilgilenmedim. Çünkü Will Max'e aynen şöyle diyordu; " Ölü bir adam olduğumu bilsem bile onu özleyeceğimden korkuyorum. " Gişe başarısıyla kalbimde elde ettiği başarı tamamen orantısız. İnsanlığa tehdit oluşturduğu için teknolojiden korkan insanların nasıl rahatça bir canıı alabildiklerine inanamayarak izleyiniz.
" Sevgili Evelyn, kaybın için yaşadığım üzüntüyü nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum.
Kaybımız için..
Will'in önemsediği tek şeyin sen olduğunu bilmelisin. Senin aşkın ve birlikteliğin; kalanımızın sadece hayal edebileceği türdendi. Harika bir insanı kaybettik. Harika bir ruhu. Ancak bu adamın ruhu bize ilham vermeye devam edecek."
Tür: Dram, Gizem, Gerilim
IMDB: 7.1/10
Yönetmen/ Senaryo: Christoforos Papakaliatis
Oyuncular: Christoforos Papakaliatis, Maria Kalogirou, Maro Kontou
Eminim çoğu kişi beynini sırf "Acaba şöyle olsa daha mı iyiyidi?"
"Hiç tanışmasaydık böyle mi olurdu?" "O gün şu olsa nasıl olurdu?" vb şeylerle yoruyordur.
Pişmansanız ya da mutsuzsanız olur, bilirim. Savunma mekanizmaları böyle durumlarda diğer günlerden daha fazla çalışır. Kendinize yeni hikayeler ararsınız ki final mutlu sonla bitsin.. Çünkü aksi bir duruma tahammülümüz yok; hikayeler hep mutlu bitmeli.
Bu film de işte size bunu gösteriyor. Christian ve Dimitris bizlerin düşüncede bıraktığı bu ihtimalleri birebir yaşıyorlar.
Ne mi oluyor?
Kaderden kaçamıyorsunuz; karşı koyamıyorsunuz. O, olacaksa oluyor ve siz, yaşayacaksanız yaşıyorsunuz.
Ya bir savaşın ortasında gözleriniz toz pembe görüyor ya da toz pembe bir hayattan savaşın ortasına atıyorsunuz kendinizi ki bu sizin seçiminiz.
Dönem olarak yakın zamanda bizim de tanık olduğumuz Yunanistan büyük kriz dönemi seçilmiş. Çünkü yaşanan bazı olaylarda bu ekonomik tufanın payını da yok değil. Fakat çok belirgin işlendiğini söylemek çok da mümkün değil. Sizi kriz konusuyla boğmayacak hatta şöylece bir duyup geçeceksiniz belki. Bu konu üzerine yürütülmüş fakat sizden asıl beklediği kaderi sorgulamanız, kadere nasıl inandığınız..
"İlişkiler cesaret ister" diyor ki en çok desteklediğim cümleydi bu.
Aynı anda dört kişilik düşüneceksiniz hazır olun. Kurtarmak istediğiniz ya da başlamak istediğiniz ilişkileriniz var. Ve bunlar zamanında olmalı aksi takdirde zaman elinizden her şeyinizi alıyor.
İyi seyirler.
Yazar: Ecem Akanur
2012, François Ozon; gerilim-gizem filmi..
Fransız filmlerini bir başka sevdim. 'Başka bir yakınlık' bu. Bir de şu gizem türü filmler, beni etkiliyor.
Sanırım filmin daha başında, olayın geçmiş olduğu yerin adı beni cezbetti. Gustave Flaubert Lisesi; yani Madam Bovary'nin yazarının adı. Bu eseri seven biri olarak tebessüm ettirici bir kareydi.
Germain bu lisenin Fransızca öğretmeni; kendisi birçok kez yazmayı denemiş ancak başarısız olmuş. Claude ise onun 16 yaşındaki öğrencisi ve yazmaya çok meraklı; yetenekli. Her şey Cloude'un sınıf arkadaşı olan Ralph Bafa'nın evine; ona matematik çalıştırmak için misafir olmasıyla başlayacak. Cloude başka hayatları seviyor; içlerinde olmayı da. Ve bu misafirliklerini Germain'ın ona verdiği kompozisyon ödevlerinde anlatmayı tercih ediyor. Bu normal geliyorsa bile tek farkı 'Devamı Gelecek. .' yazı dizisi olarak yapıyor bunu.
Germain ise bu yeteneği farkediyor ve öğrencisini yazmaya cesaretlendirmekten fazlasını yapıyor; sınırlarını aşıyorlar ve bu başlarına iş açıyor açıkçası. Yazıların lezzeti Germain'e yaptıklarını farkettirmiyor, yapılanları; işin boyutlarının nereye ulaştığını görmüyor zira.
Gerçekle hayal arasında sıkışıyorsunuz izlerken. Sizi içine katıyor ve birileri yanlış yaptıkça geriliyorsunuz; kendiniz sürekli kafanızda senaryo yazıyorsunuz. Bir Cloude oluyorsunuz bir Germain. Bazen Bafalar'a gidip Ester'i konuşturuyorsunuz. Ya da bazen bunları tam yapmıyorsunuz çünkü Germain olur olmadık bir anda dalıp uyarıyor sizi ve her şeyi baştan düşünüyorsunuz. Öyle olaylar zincirinin ortasına düşüyorsunuz ki siz gerilmekten fenalık geçirirken bir de bakıyorsunuz kimse Cloude'un gürültüsünü duymuyor.
Ve dile getirilemeyen nicesi...
Tam anlamıyla çok lezzetli bir filmdi benim açımdan. Başkalarının hayatları üzerine oturtulmuş etkili filmlerden biri.
Bu o filmlerden; hani birçok farklı finalle kapatabildiğiniz belki..
Bir bakın bakalım siz nasıl bitireceksiniz. Parçaları birleştirerek mi; ayırarak mı?
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.