Filmisyen
  • Anasayfa
  • Aşk En Çok Burada
  • Ailecek
  • Komiksel
  • Dram
    • Aşklı Dram
    • Fantastiksel Dram
    • Ruhsal Dönüşümler


Tür: Komedi, Romantik
IMDb: 4,9
Yönetmen: Mustafa Uğur Yağcıoğlu
Oyuncular: Rıza Kocaoğlu, Tuba Ünsal

Hani derler ya "iki kişiye birbirlerine aşık olduğunu söylersen, aşık olurlar" diye. Çevrenizdeki insanların tutumları da bazen hayatımıza yön verebiliyor demek ki. Yani içindeki narı dürtüyorlar üzerlerinde beyaz gömlek varken.

Filmin başında "ne bu şimdi" "ee yani" diyerek yedim bitirdim kendimi. Yüzeysel olmamak lazımmış, anladım. İnsan sadece bakabildiği kadarını görüyor ve bu gerçekten korkunç bir şey! Bir şeyi bir kere tecrübe ettiğinizde düşüncelerimizin önyargı olduğunu fark edemeyecek kadar acımasızca aldanıyoruz bence. Bu suç olmaktan da çıkıyor bir müddet sonra çünkü bilinçsizce devam ediyor. Neyse ki benim kendimde takıldığım küçük sorunlardan bağımsız romantizmde bu film. 


Türlü koşuşturmanın içinde sadece eğlenceli bir hayat peşinde olan, 'kötü' söz yazarı Hakan ve Hakan'ın her zamanında yanında olan tam bir kötü gün dostu; şeffaf ilişkiler prensesi ve aynı zamanda hayattan çok da uzun süreli beklentisi olmayan Derya... Tanıklık edeceğimiz kısa bir hayat hikayesi bu ikili üzerine konumlandırılmış. Evlilik krizi değil konu, uzun süreli arkadaşlıklarını sonra aşka dönüştürüp mutlu sona giden ikilinin konusu da değil. 
Bırakın vaktiniz geçsin, bırakın Derya kimseye acımasın. En çok da kendine... 
Zaten öyle olmuyor mu? Dünyanın en büyük kötülüğünü de yapsanız karşıya verdiğiniz zararın bin katını kendinize vermiş oluyorsunuz bile. İnsan ne ederse kendine ediyor şayet hala yaşıyorsa bu daha kötü tabii. Her kötülükten sonra ölmeli, ölünmüyorsa çok zor.



Hayat boyu kaç kere dünyanın en güzel gülüşüne ve kokusuna tanık olunabilir bilmiyorum. Aşk bir keredir, sevgi üç kere gibi saçma planlar yapmadan ve aşk dediğin böyle olur, hoşlanma şu şekilde, arkadaşlık da böyle diye anlamsız kuralların olmadığı hayatlar çok güzel. Her şeyin kuralı her şeydir. Kaldı ki bir şey oluşmaya başladıktan sonra kural olmaz, bittikten sonra bir kuralı olduğunu anımsarsınız o kadar. O da varsa tabii...

Ve son bir kez geriye güzel bir anı bırakıp gidenler ne güzel değil mi? O aslında 'hiç gitmemiş' gidenlerin anısına izleyiniz.

Sevgiyle,






Tür: Komedi
IMDb: 7,6
Yönetmen: Jacques Tati
Oyuncular: Jacques Tati, Jean-Pierre Zola, Adrienne Servantie

Bilen bilir niye buralarda bir şeyler karaladığımı, ileri bir tarihte hayatın bir tarafında klasik telaşa kapılmışken yapabildikleri en güzel şey umarım bu filmleri izlemek olur. Kitaplıktaki kitapları okumak şartıyla elbette. 

Bu ülkede yaşıyor olup kaderimizi bir köşede değiştiremiyor oluşumuzdan sonra hayal kurmayı da bıraktık sanıyorum, kendimden biliyorum. Bir şeyleri başımıza gelmesinden korkarak yaşıyoruz, kendimizi dahi düşünemediğimiz bu coğrafyada bir de sevdiklerimizi düşünmek zorunda bırakılıyoruz. Zor işte, böyle sıkıntılı zamanlarda elimizden hiçbir şey gelmiyor olmasıyla baş başa kalıyoruz. 


 Mon Oncle, Jacques Tati'nin ilk renkli filmi. 1958 yılının en iyi yabancı film oscar'ına sahip. Döneminin bana kalırsa dışa aktarılan fazlaca zeki projesi. 

Dönemin popüler akımlarından Modernizm'i eleştiren Tati'nin kullandığı renkler, samimi, zeki ve kendine özgü anlatımıyla zaten pek çok ödülü toplamış. İzlerken özünüzde yatan fakat açığa çıkarsa öldürülecekmişsiniz hissine kapıldığınız yaşantınızı sert bir şekilde eleştirmiş Tati, yaşadığınız yerle kafanızda yarattığınız yaşam alanında ne kadar mutlu olduğunuzu sorgulatıyor bir yerde. 

Modern hayat belki güzel, kendine hapsedici belki fazla şaşalı fakat olması gereken değil. Modern hayata geçiş öncesi yaşantı ile modern yaşantı arasındaki farkı geçiş sahneleriyle nasıl bu kadar güzel bağladığına hayran kalacaksınız. İki yaşam alanı arasındaki farklılıkları vurgulamaktan kendini kurtaramamış Tati, iyi de yapmış. 


Modern yaşam alanında gürültü, teknolojik cihazların rahatsız edici sesleri arasında kibirden, böbürlenmekten ve gösterişten zor nefes alan insanlar varken eski yaşam alanında tam tersi hayattan zevk alan ve aldıkları her nefeste neşelenen bir ayrım var. Tati'ye göre böyle ama bana göre de böyle ki bu kadar sevdim filmi. 

Fıskiye sahnelerinin hiçbirisini unutamıyorum, nasıl da gerçekçi. Arada kalmış çocuklar ve köpekler. Modernliğe kapılmış ebeveynlerin modern hayata doğmuş ancak mutsuz çocukları. Belki de herkes hayatından gayet memnundur ama ben modern hayattan memnun değilimdir, olamaz mı? Olabilir. 

İki farklı yaşam alanı arasında gülümseyerek izleyeceğiniz harika bir hafta başı filmi, şimdiden iyi seyirler.



Tür: Dram, Korku
IMDb: 6,9
Yönetmen: Kornél Mundruczó
Oyuncular: Zsófia Psotta, Sándor Zsótér, Lili Horváth


Hagen; melez ve tanrısı tarafından hiçte dahil olamayacağı bir hayata terk ediliyor. Melez, ne kötü bir ifade. Bu hayatta her şeyin bir ayrımı var, acımasızca. Biz insanlar da bu ayrıma destek veren en korkak türüz. Yaptığımız ve yapacağımız tüm kötülüklerin bir gün karşımıza çıkacağını bile bile arkamıza bile bakmadan daha da kötü oluyoruz.


Festival filmlerini her zaman sevmişimdir, sebepsiz elbette. Kornel Mundruczo'nun yönettiği White God, Cannes film festivalinde belirli bir bakış açısı kategorisinde en iyi film ödülüne sahip.  Hükümet tarafından melez tüm köpeklerin toplanarak barınaklara gönderilmesi elbette filmin en can alıcı noktası. Belki de melez bir köpeğe sahip olduğum içindir, bilmiyorum. Anne, baba, toplum. İnsanların sizin yalnızlığınızı paylaştığınız fakat kendi belirledikleri standartlar dışındaki hiçbir canlıya tahammülleri yok ne yazık ki. 


Lili, 13 yaşında birbirinden ayrı anne-babanın çocuğu. Bu kadar kaosun ortasında sığındığı en değerli varlığı Hagen. Lili annesinin seyahati sonrası babasının yanına yerleşiyor. Banyoda Hagen ile uyuyabilmek için küvete kıvrıldığı sahnede ağlamaya başladıysanız, siz eşittir ben demektir. Komşuların şikayeti üzerine köpeğin barınağa götürüleceği kararına varılıyor, bundan sonrası Lili için akıl almaz ve korkunç bir macera. 


İki farklı ırk içinde nasılda aynı duygular yatıyor, inanamayacaksınız. Dünyayı yalnızca bir gün köpeklerin egemenliğine bıraksak sanıyorum ortada bir tane insan bırakmazlardı, haklı olarak. Oldukça sarsıcı sahneleriyle White God Cuma filminiz için onay bekliyor, filmin sonundaki sahneye bayılmayı unutmadan izleyiniz. 



Tür: Komedi, Dram
IMDb: 7,2
Yönetmen:  Jean Becker
Oyuncular: Gérard Depardieu, Gisèle Casadesus, Maurane


"Aşk ile şefkat arasında eşine az rastlanır bir cevher. Gidecek başka bir yeri yoktu. Kendisine bir çiçeğin adı verilmişti ve kelimelerin arasında yaşıyordu. İnsana saç baş yolduran sıfatlar bazısı insanın aklına zorla giren, ot gibi büyüyen fiiller vardır. O ise nazikçe zihnimden yüreğime girdi."


Şans ne uzun kelime, bazılarımız bir aşkın meyvesi olarak dünyaya gelmiş olsakta bir kısmının yanlışlıkla var olduğunu unutmayalım. Gerçi bu yorumu doktor ile masraflar konusunda anlaşamayıp doğurmaya karar vermiş bir annenin evladı söylüyor. Yazarken bile tiksindim, gülerek bahsetsekte bu durumdan derinlerde bir yerlerde itirafın bazen gereksiz bir şey olduğunu düşünüyorum. Bir sır olarak saklasalarmış keşke bu utançlarını. 



Bir parkta henüz Margueritte gibi tatlı bir teyzeye rastlamadım, belki Germain gibi bir adam olmadığım içindir. Yanlışlıkla olmuş ve doğmuş Germain, bir gün kendisi gibi güvercinleri sayan Margueritte ile karşılaşır. Sizin gibi hisseden ve yaşayan insanlarla karşılaştığınız an bir anda keyif almaya başlıyorsunuz tüm düzeninizden. Yazmaktan, okumaktan, izlemekten. Tüm bunları yaparken düşündüğünüz her şey bir anda onlara yöneliyor, "acaba o da benim gibi mi düşünüyor" diye.

Germain; çocukluğu boyunca sürekli azarlanmış, okumanın gerekliliğinin ve şaşasının farkında fakat bir şeyleri yapmasına engel olan hayal kırıklıkları sonucunda rafa kaldırmış. Margueritte sayesinde yeniden okumaya başlaması ise filmin benim için en özel yeriydi. Bir insana değil bir hayvana bile "Şu" diye bahsedilmemesi gerektiğinden bahsettiği sahnede kalbimi tam olarak fethetti.  



 Germain'ın eksiklikerini sevgiyi ve kitapların büyülü dünyasını geri veren Margueritte ile hikayesini izleme fırsatı yaratmalısınız. Sizin de seveceğinize inancım tam, birbirlerine eşsiz bir sevgiyle bağlanan Margueritte ve Germain masumluğuyla izleyiniz..


"Aşk hikayelerinde yalnızca aşk yoktur. Bazılarında tek bir " Seni Seviyorum" bile bulunmaz. Yine de, birbirimizi seviyoruz. "

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

HAKKIMIZDA

1d77c03ec7fc89d934da799ec5223a16.jpg
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.

Ecem, Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor. İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^

Ben, Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.

Bizi Takip Edebileceğiniz Bağlantılar

POPULAR POSTS

  • Joker, 2019
  • Million Dollar Baby, 2004
  • 500 Days Of Summer, 2009
  • True Romance, 1993
  • The Nice Guys, 2016
  • Her Şey Çok Güzel Olacak, 1998
  • Bana Masal Anlatma, 2015
  • Once Upon a Time... in Hollywood, 2019
  • Never Let Me Go, 2010
  • Edward Scissorhands, 1990

Spotify

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Katkıda bulunanlar

  • Ecem Akanur
  • filmisyen
Powered By Blogger

Blog Arşiv

  • ►  2023 (1)
    • ►  Mart (1)
  • ►  2022 (3)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (1)
  • ►  2021 (1)
    • ►  Mart (1)
  • ►  2020 (14)
    • ►  Aralık (3)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Nisan (4)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2019 (16)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ekim (5)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (2)
  • ►  2018 (11)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Şubat (3)
  • ►  2017 (14)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Mayıs (2)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (5)
    • ►  Ocak (1)
  • ▼  2016 (15)
    • ►  Kasım (3)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (2)
    • ▼  Mart (4)
      • Dünyanın En Güzel Kokusu, 2016
      • Mon Oncle, 1958
      • White God, 2014
      • My Afternoons with Margueritte, 2010
    • ►  Şubat (2)
  • ►  2015 (24)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (2)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (5)
    • ►  Şubat (3)
    • ►  Ocak (9)
  • ►  2014 (30)
    • ►  Aralık (6)
    • ►  Kasım (5)
    • ►  Ekim (3)
    • ►  Eylül (5)
    • ►  Ağustos (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (2)
    • ►  Nisan (2)
    • ►  Mart (3)
    • ►  Şubat (1)
  • ►  2013 (2)
    • ►  Mayıs (2)
Bumerang - Yazarkafe

İzleyiciler

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Kötüye Kullanım Bildir

Designed by OddThemes | Distributed by Gooyaabi Templates