Üzerinden çok zaman akmış filmleri izlemek bazen insanı ufak da olsa yoruyor. Eskiden ne kadar çok şeye tahammül ediyormuşuz diyor; şimdilerde hayatımıza yeni "tabu" olarak girmiş şeylere bir zamanlar gülüp geçtiğimizi fark ediyoruz. Sımsıcak Meg Ryan gülümsemesi ve Seinfeld benzerliğiyle Billy Crystal'ı bu kadar yıl sonra izlemek gayet keyif verici bir aktiviteydi, tavsiyedir.
Harry'nin bu dünyadaki en karamsar insan olması ve Sally'nin en zorlu kadınlardan biri olması hiçbir şeye engel olmazdı normalde, fakat bazı hikayeler siz olmasını istediğinizde ya da olup olmamasının sizin için çok önemli olmadığı dönemde gerçekleşmez. Her şey kendi dünyasında oldukça özeldir ve kendi anının parlayacağı zamana kadar bekler. Bu belki 11 yıl sürer belki 3 ay...
Film, yani Harry, başta bize erkeklerle kadınlar gerçekten arkadaş olabilir mi sorunsalını yüklüyor. Düşündürüyor ve diyor ki; sonunda olan arkadaşlığa olur.
İşte eski filmleri yeniden izlemenin getirileri olduğu kadar bazı götürüleri de oluyor. Artık böyle değil, hiçbir şey o zamanlardaki gibi değil diyorsunuz. Bu olayları hayatımızdan çıkartalı çok zaman oldu. Siz bu paradoksu düşünürken olaylar gelişiyor, arkadaşlıklar, tüm bağlar gözlerinizin önünde sıcacık kliplerle beliriyor. Birine dayanak olmak insanları birleştiriyor aslında ortak hayaller kadar ortak yaralar da insanlara -aynı gemideyiz- hissi veriyor.
Şimdilerde fenomen olan tüm cümlelerin çok eskiden yaşandığını hatta üzerine film çekildiğini görüyorsunuz izlerken. Bu hayattaki en hakiki cümle de bu filmde söylendi Harry tarafından:
"Çünkü hayatın kalanını biriyle geçirmek istediğini fark edince, hayatın geri kalanının bir an önce başlamasını istiyorsun."
Güzel şeyler oldukça basit anlatılıyor.
Hayatınızın en doğru zamanında parıldayan anları için izleyiniz.
Woody Allen ve kendi klasiği olan A Rainy Day in New York, diğer tüm filmlerinde olduğu gibi finali görmeden kesin yargılarda bulunamayacağımız bir konuda işlemiş, özellikle de karakterler için.
Gatsby ve Ashleigh ile birlikte bir gece New Yorkta geçirecek; birinin havai ve uçarı; diğerinin hayalperest, prensipli ve bir o kadar da tutkulu olduğu ilişkilerinin yağmurda ıslanmasına tanıklık edeceğiz. Anneleriyle belli bir mesafeden öteye geçmeyen erkek çocukları; aile kavramını ve kutsallığını sorguladığımız bu günlerde pek de göze çarpmıyor. Herkesin mutlaka bir açıklaması vardır.
Hayat bizi bir yerlere savururken planlarımız için neler yaptığımız ve yaşama tutunmaya verdiğimiz gayret sevginin ismini belirliyor. Ne için sevdiğinizi bilmediğiniz herkes ve her şey rüzgarda savrulan yaprak gibi oradan oraya savuruyor sizi. Dönüp dolaşıp aynı bahçeye de düşseniz üzerinizde hep geçip gittiğiniz yerdeki tecrübeleriniz kalıyor, sonra boşluğa; upuzun yollara bakarak günleri geçiyorsunuz.
Birlikte plan yapmaktan daha güzel bir şey varsa o da birlikte hayal kurmaktır ve bunların ikisi siyahla beyaz kadar birbirinden farklıdır. Eski dönem siyah-beyaz filmlerdeki romantik sahneleri yaşamak için bunu iki kişinin de istemesi gerekiyor. Aynı heyecanı ve etkilenmeyi paylaşmadığınız her an sadece ıslanmış oluyorsunuz.
Birlikte yağmurda yürüyüp zatürre olmadığınız; birlikte plan yapmaktan çok hayaller kurabileceğiniz aşklar için izleyiniz.
Masalımsı tüm detayıyla izleyip beğendiğimiz, aynı isimli romandan uyarlama filmimiz.
+ Çok güzel görünüyorsun Molly. - Senin gözlerin kör, eski dostum..
Geçmiş zamanda toplum tarafından ötekileştirilen ve yine aynı toplum tarafından ayıplanan bir genç kadının kızı olarak dünyaya geliyor Tilly. Burada tüm ahlaksızlığı yapan ancak ördükleri iyi profil sebebiyle dikkat çekmeyen insanların Tilly ve bence dünyanın en eğlenceli annesi Molly'ye iyi gelememelerini ve hiçbir zaman da iyi gelemeyeceklerini izledik.
Dungatar kasabasında çocukluğundan ve gerçekliğinden uzaklaştırılmış Tilly'nin bir gün hasta annesini ve ona bu durumu yaşatan herkesle karşı karşıya gelmesiyle başlıyor ve "Bir masal nasıl bu kadar gerçekçi olabilir?" sorusunu akıllara getiriyor. Filmin ilk yarısında oldukça eğleniyorsunuz ve bence bu derece akıcı komedilerin de evlere kapandığımız bu umutsuz dönemlerde ilaç gibi geleceğinden şüphem yok.
İnsanın hayatına etkisi büyük tanıdık bir konunun bu kadar etkili aktarıldığı senaryoları izlemekten keyif duyuyoruz, Teddy'nin ambara atladığı sahnede aklınızı bir süre bırakacağınız ve ancak filmin sonuyla normale dönebileceğiniz bu hikayeyi hemen izleyin derim.
MaudLewis, hayatının çok büyük bir kısmını romatoidartrit hastalığı ile uğraşarak geçirmiş bir Kanadalı folk art sanatçısı. Hastalığıyla uğraşmış ama hiç yılmamış; artriti en çok kollarında etki göstermeye bile başlasa resim çizmekten bir an olsun vazgeçmemiş.
Ona hayatı yalnız biri refakatinde geçirebileceği, hayatı boyunca yalnız kalması gerektiği öğretilmiş ama hayata bir kez gelen Maud, hizmetçi olmak için çıktığı yolda bir şekilde ona ait olan ailesini, aşkını bulmuş. Hayatın size sundukları değil de sizin seçebilmek için ne kadar savaştığınız gerçeği hayata tutunma şeklinizi gösteriyor. Maud, dişiyle tırnağıyla dedikleri cinsinden tutunuyor.
Hayat sizi ne kadar sıkıştırırsa sıkıştırsın, yakınınızda yörenizde sessiz bir el olarak bile olsa destek olan birine ihtiyaç var. En azından tek odalı bir kulübede dünyaca ünlü bir ressam olmak için gerekiyor. Eğer biricik aşkı Everett duvarları bile boyamasına müsaade etmeseydi 0,75 centlik resimleri kimse göremeyecekti.
Maud: Farklı çoraplardan oluşan çift gibiyiz.
Everett: Ben esnemiş, çirkin olanım. Üstümde birçok delik var.
M: Hayır.
E: Evet, sert ve gri.
M: Hayır.
E: Evet.
M: Ve ben de düz, beyaz pamuklu çorabım.
E: Hayır, sen kraliyet mavisisin, kanarya sarısısın.
“Bazen pır pır eden bir kuş, bazen yaban arısı. Harekete geçmek için tek gereken şey hayat. Hayatın tümü çoktan çerçevelenmiş.”
İki kişi gidilen hastaneden tek dönmenin acısı Everett’te var. O da sevdi bence. Tam da beğenmediğimiz, söylemese de sevdiği bilinen cinsten.
Filmin sonu apayrı bir dünya. Gerçek görüntülere yer veriliyor. Maud o kadar tatlı ki, izlemelisiniz.
Hayatı Maud’un gözünden en az onun kadar renkli ve onun fark ettiği şekilde güzel çerçevelenmiş gibi izleyiniz.
Merhaba! Uzun bir aradan sonra sonunda fırsat yaratabildim, bir süredir yoğun bir şekilde çalışıyor olmamdan kaynaklı kendime ayırdığım sınırlı süre sebebiyle buraya bir şeyler karalamak için gerekli ve yeterli enerjiyi bulamıyordum. Dönüş filmleri her zaman biraz daha heyecanlandırır beni, daha önce de bir çok filmde belirtmiştim zaten. O yüzden özel bir film olmasını istiyorum, isteyeceğim ve isterim.
Pretty Woman, romantik komedi tutkunlarının alıp sarmaladığı ve seneler geçse dahi Hollywood'a olan tepkilerin bir türlü azalmadığı, azalmayacağından emin olduğum beklentilerin ve duyguların aslında insanı bir noktada değiştirebileceğinin canlı örneği filmimiz. İzlerken tüm bunlardan bağımsız iki insanı da ayrıca algılamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorsunuz.
Hayat kadını olmanın cazip geldiği, gelmek zorunda kaldığı ve geri dönüşü olmayan bir dönemde geçimini istemeyerek de olsa o şekilde sağlayan Vivian ile Edward'ın tesadüfi karşılaşmasıyla başlıyor film. Muhakkak o saniye ikisinin de başına gelecekleri az çok tahmin ediyorsunuz ama bence zamanının en iyilerinden biri bu film. O senelerin Beverly Hills'i, paranın akıl almaz gücü (ki bu şu anda da geçerli), eğlenceli ve bir o kadar mutsuz sonla biteceğinden kuşku duymadığınız bir akıcılığı var filmin. Oradan oraya sürüklenen ve aslında olması gerektiği kişiye geri dönebilmesinin gerekliliği ise Edward. Zaten Vivian filmin başındaki kadın değil, peruğundan uzaklaştığı ve kameranın ona çevrildiği sahnede Edward bakışıyla beraber siz de fark ediyorsunuz.
"Kötü şeye daha kolay inanılıyor."
Hayatınızın bir köşesinde belki Edward ve Vivian'ı uzaktan izlemek zorunda kaldıysanız ya da bir başka köşede Vivian'ı eleştirdiyseniz, Edward'ı ayıpladıysanız veya tüm bunların hepsini gerçekleştirdiyseniz sizi oldukça kendine çekeceğinden eminim. Yasağın birinci günü akşamına yakışacak inanmak isteyenin inanmaya devam edeceği güzel bir masalın filmi, keyifli seyirler dilerim.
Bize Scarlet'in yüzünde kusurlar olabileceğini göstermek için yakın çekim çekip; Girls'teki Adam'ın iyi biri olabileceğine bizi inandırmak istemişsin ama yemeyiz. (çoktan yedi)
Şimdiki hikayede ise sizi hiç yormadan zaten biten bir ilişkiden başlıyor. Bazı filmler sadece romantik değildir; bitirdiğinize boşanmış gibi hissederseniz, mesela bu film. Noah Boumbach ilişkileri; dürüstlükten ayırmadan ve satır aralarını da işleyerek bizlere muhteşem bir hikaye sunuyor. Bu kadar ödül adaylığına şaşmamak gerekiyor. Bir hikayeyi size yaşarmışçasına izletiyor. Ortağı olmadığınız hislerin içine buluyorsunuz kendinizi.
Bazı şeyler yalnızca olur. Ne haddinden fazla hızlandırmak ne de slow motion ilerlemek imkansızdır. Charlie ve Nicole tüm klasik hikayelerin aksine bizlere kendi duygularını "sözde" geçirmeden, dağılan bir hayata, evliliklerine dahil ediyorlar. Ama emin olun geçiyor.
Birini çok sevdiğinde onun sevdiği gibi olmayı, ona mutlu olduğu hayatı yaşatmayı kendine gizlice ant içmiş gibi uyguluyor insanlar, değil mi? Öyle. Çok ufak bir olasılıkla mantık hatası yok mu sizce de? Var.
Kalbiniz kırıkken ve karşınızdakiyle paylaşacaklarınız henüz bitmeden biten ilişkiler yitip giden herkes veya her şeyden fazla can acıtır. Çok seven tarafın daha düşmanca yaklaşması az seven tarafın ise merhametli ve anlayışlı olmasının sebebi budur belki. Yarım kalmışlık...
Verilen tüm sözler, güzel gözler, aşk dolu sözcükler, ve diğer her şey bir çocuğun küçük kurbağalı çantasına sığabilir. Birileri ebeveynliğimizi, nasıl bir eş olduğumuzu yani insanlığımızı ve adanmışlığımızı sorguladığında parçalanmamız normal. Ama hayat işte. Bir yerde mutlu olmuyor ve mutlu edilmiyorsanız orayı terk edin. Bazen severken de gidilir. Hatta yapacak en iyi şey budur.
Bizi okurken bu harika liste eşlik edecek, tık tık
Sevdiğiniz kimseler için vazgeçilmez hayatınıza kadeh kaldırark seyrediniz.
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.