Filmisyen
  • Anasayfa
  • Aşk En Çok Burada
  • Ailecek
  • Komiksel
  • Dram
    • Aşklı Dram
    • Fantastiksel Dram
    • Ruhsal Dönüşümler

Tür: Komedi, Dram, Romans
IMDb: 6,6
Yönetmen: Susanne Bier
Oyuncular: Pierce Brosnan, Trine Dyrholm, Molly Blixt Egelind, Sebastian Jessen .


Bunca işin gücün arasında beni bırakıp gitmez, beni ben olduğum için seviyor dediğiniz kaç kişi arkanızı daha dönmeden sizi hayal kırıklığına uğrattı bilmiyorum. Ya da kim böyle kırılgan bir konudan giriş yapar benden başka, onu da bilemiyorum. İlk cümleyi okurken Nilüfer'den Esmer Günler'in girişiyle başladıysanız benim gibi tamamdır! 
Gelin sarılalım. 

Ekim ayının başlamasıyla yani müthiş sonbaharın ülkemizin tüm odalarına sirayet etmesiyle birlikte; geleneksel romantik filmleri izlemememiz için hiçbir bahane kalmadığı kanısındayım. Alışılagelmiş, sadece filmlerde olan "tatlı küçük tesadüfler" ve pek tabii hoşlantılarla beslenerek ilerleyen bu ve bu tarz filmler için en uygun mevsim! 



Evlilikler, hastalıklar, ölümler hayatımızın büyük kırılma noktalarıdır. Hikayemiz bu kırılma noktalarında meydana gelen yaralanmalar, bozulmalar ve sorunların; görmezden gelinerek çözmeye(!) çalışmanın ne büyüklükte buhranlara yol açtığıyla ilgili biraz. 
Kendime artık bunu yapmayacağım evresi 17 yaşında da aynı 77 yaşında da aynı. Artık kendime bunu yapmayacağım dediğiniz an kanatlarınız çıkıyor hatta başınızın üzerinde hale bile beliriyor inanır mısınız? Kendi sınavınızı verirken karşınızdaki insanın sizi daha çok zorlamasına göğüs germeyi güçlülük sanıyoruz ya da yolun yarısına kadar geldiğimizde geri kalanı da aynı şekilde tamamlamak boynumuzun borcu gibi davranıyoruz. 

Yapmayalım olur mu? Gerekirse iyi çocuk olmayalım ve el alem bir şeyleri desin dursun ama kendimize bu kötülüğü yapmayalım. 




Bir kere geldiğimiz bu dünyadan musmutlu ayrılacakmış gibi izleyiniz.



Tür: Suç, Dram
IMDb: 9,2
Yönetmen: Francis Ford Coppola
Oyuncular: Marlon Brando, Al Pacino, James Caan

Yıllarca bir şekilde karşıma çıkmış ancak tarzıma hitap etmeyeceğini düşündüğümden izlemediğim serinin ilk filmi, aslında tam olarak beni içine hapsedebilecek kadar güzelmiş. Önyargılarım kalp ben. 


Daha önce izlemek için çeşitli bahanelerle fırsat yaratmayıp izledikten sonra altı ayda bir tekrarlamam gerektiği kanaatine vardım. Eleştirmenler, yönetmenler
ve birçok sinemasever tarafından eşit ölçüde beğenilen ve özel olarak her fırsatta dile getirilen İtalyan ailenin iç ilişkilerini anlatan filmimiz hakkında söyleyeceklerimi itina ile seçmem gerekiyor şu an. Sadece aile ilişkilerine değinildiği düşünülmemeli elbette ama benim için Baba'nın "Ailesiyle vakit geçirmeyen bir erkek asla gerçek bir erkek sayılmaz" demesiyle başlıyor film. 

"Dostlarını kendine yakın tut, düşmanlarını daha da yakın."


Daha sonrasındaki kırılma sahnelerinde içime bu derece sineceğinden habersiz izlemeye başlamıştım elbette, bazen sizin için doğru olabileceğine inandığınız yoldan gitmek istemeyebilirsiniz. Kimse sizi zorla bir şeye inandıramaz, kendi kendinize gizlice inandığınız doğrularınızı ilk sıraya alabilirsiniz. Bir anda Michael Corleone olabilirsiniz mesela. 


"Ona reddedemeyeceği bir teklif sunacağım."


Sinema tarihinin en etkili 2. repliğine sahip film sayesinde Corleone ailesiyle tanışıyoruz. Mario Puzzo'nun başyapıtında bir çok sahnede büyüleniyor, içiniz gıdıklanıyor ve psikolojinizle oynanıyor. Sonrasında ise etkisinden çıkmamak için tekrar tekrar aklınızda başa sarıyorsunuz filmi. İlk görsel beni çok etkileyen bir sahneydi, tüm aile üyeleri tamamlanmadan fotoğraf çekilmemişti. Bu derece bağlı bir ailenin nasıl da derinden dağılabildiğine tanıklık etmek oldukça rahatsız edici elbette. Mafya filmleriyle alakalı pek fazla yorum yapamayacak kadar az bilgiye sahip bir kişi olarak söylemeliyim ki, üzerine yapılmış hiçbir film bu kadar başarılı değildir. 

"Bu dünyada herhangi bir şey kesinse, tarih bize bir şey öğretebildiyse, o da istediğin herkesi öldürebileceğindir."


Tüm bu gücün en belirgin ve devamlı ögelerinin bağlılık ve acımasızlık olması tüm karakterleri daha da güçlü  olmaya zorluyor gibi. İhanet edenlerin sadece ölmesi gerektiği gerçeği gibi. Her yapay davranışın altındaki gerçeği fark ediyor olmaları gibi, Baba'nın kabul odasındaki asil duruşu, portakallar, kedi. İzlemeniz için ne gerekiyorsa yapınız. Devam filmlerine geçmek için sabırsızlanacaksınız.

Güçlü soundtrack listesi için; buradan

Fragman;


Tür: Dram, Romantik
IMDb: 6,2
Yönetmen: Anne Fontaine
Oyuncular: Naomi Watts, Robin Wright, Xavier Samuel, James Frecheville.


Adore ya da Two Mothers olarak biliniyor adı, birkaç kez de değişiklik olmuş. Mesela Türkçesi Yasak Aşk^^ Bazı tabirler korkunç. 
Film 2003'te Doris Lessing'in yazdığı The Grandmothers adlı kısa öyküden uyarlanmış. 2007 Sundance Film Festivali'nde de aile değerlerine ters düştüğü için epey yankı uyandırmış bir hikaye. 

Misillemeden aşk doğar mı? Ya da misilleme üzerine yaşanan şeylerden büyük ve duvarları yıkacağı bilinen bir hayat yaratılabilir mi? Yanlışlar kime göre ve neye göre yanlıştır? Ve en önemlisi bütün bu sorulara cevap arayacak ne yaşamış olabilir insanlar?


Kendimize kurduğumuz planlar, hayaller, ilkeler hep aynı çizgide sonsuza kadar gitmeyebiliyor bazen. Dünyanın en normalize hayatını kendinize çizgi belirlemişken çok bombastik(!) bir hayat yaşayabiliyorsunuz. 
Hayat sürprizlerle dolu ve bazı aşklar "yalansan yalanı severim"den daha küçük değil. 
The Lake House'dan sonra hayatımı burada geçirebilirim dediğim bir kocaman film daha... Bazı mekanların ve mevsimlerin ömrü uzattığına; insanı ne yaşarsa yaşasın huzurdan koparmayacağına tüm kalbimle inanıyorum. 

Çocukluklarından beri yan yana evlerde yaşamış iki çok yakın kız arkadaşın hayatına misafir oluyoruz. Hayatları birbiriyle paralel giden arkadaşların birinin hayatındaki bir değişiklikle tüm devran dönüyor. Yanlışlar içinde yuvarlandığınızda en yakınınıza bakıp omzunuzda elini aramaz mısınız sizde? Yanlışsan da yap der gibi, arkandayım gibi... Çünkü elimizde örneği olmayan şeyleri yaparken doğru mu yanlış mı diye net bir karar verip çekip kapatamayız konuyu. Sonuna kadar yaşamalı, olacaksa da biz örnek olmalıyız gibi.


“Lil, onlara bak. Bunu biz mi yaptık. Çok güzeller. Genç tanrılar gibi.”

Filmin sonuna kadar hikayenin içinde olmayı diliyor insan. Bazı duygular oldukça havada, izleyen için bile emin olmayı sağlamıyor. Sadece yüzlerine bakıp 100 dakika boyunca olayın akışını idrak etmeye çalışıyorsunuz. Daha önce bir örneğiyle karşılaşmadığımız şeylere tanık olurken aynen böyle oluyor; sadece idrak etmeye çalışıyorsunuz ^^ 


Yalansa yalanı severek izleyiniz. 



Tür: Dram, Romantik, Komedi
IMDb: 7,0
Yönetmen: Roger Michell
Oyuncular: Hugh Grant, Julia Roberts, Richard McCabe

Mutlu olma kararını verip mutlu olamamak. Aslında verilen kararın mutlulukla hiçbir ilgisi olmadığının farkında olarak çevre sakinlerini inandırdığını zannedip kendini yatıştırmak gibi bir hal, kısacık. 

"Artık eminim, sonsuza kadar yan yana olmalıyız." 


Anna Scott, esas kızımız. Dünyaca ünlü bir film aktristi olarak o çok dramatikleştirdiği hayatında William ile karşılaşıyor. Bazı karşılaşmalara sadece şapka çıkartıyorum. Hugh Grant'ın Anna'ya vurulma donukluklarında o kadar gerçeğe kapılıyorsunuz ki, sanki her şey gerçeğin ta kendisi. Sanki her şey mutlu! İki insanın birbirine gel gitlerini, kapılmalarını veya birbirlerinde boğulmalarını konu alıyormuş gibi aktarılan filmlerin özünde tüm oyuncuların hayatlarına bir tık dokunuyor olmaları beni her zaman mutlu ediyor. Yani aslında sadece aşk yok, her şey var. Herkes her şeye rağmen mutlu olabiliyor. Yine mutlu mu dedim ben? 


Evren bazen bizimle alay ediyor, asla yapmam dediğimiz ne varsa yaparken buluyoruz kendimizi. Bile bile zorluyoruz çoğu zaman. Kalbimizin bir kez daha kırılmasının üzerine iyileşmeyeceğinden korksak da anların bizi iyileştireceğine sığınarak kayboluyoruz. İyi ki de öyle oluyor. 

"İyi rol yapan bir aktrist olabilirim. Ama bir erkeğin karşısında durup, beni sevmesini isteyecek kadar da basit bir kızım."


Muazzam soundtrack listesini de şöyle bırakıyorum, keyifle.


Tür: Dram, Gizem
IMDb: 7,9
Yönetmen: Asghar Farhadi
Oyuncular: Bérénice Bejo, Tahar Rahim, Ali Mosaffa

"İnsanın geçmişi onun en büyük düşmanıdır."


Dört yıllık uzun bir kopuştan sonra ayrılığın son ancak en resmi aşaması olarak nitelendirilen boşanma işlemleri için yeniden bir araya gelen Ahmad ve Marie çevresinde yaşanan sancılı hayatların aslında birazda kendimizden bir kaç ipucu veriyor olmasına şaşırarak kalakalıyoruz ekran başında. Ahmad'in kısa süreli ziyaretinin kuytuda kalmış sırların ortaya çıkmasına tüm benliğiyle sarılmasına şaşıramıyoruz bile. 


Farhadi ile tanışma fırsatını bir türlü yaratamamıştım yine hayatımın en belirgin tesadüfü sayesinde oturup izleme fırsatı buldum. Belki en az seveceğim filmi buydu ama diğerlerini izlemeden yorum yapacak kadar çok sevdim. İran sinemasındaki gerçekliği ve üst düzey kurgusallık zekasını çok beğeniyorum, insanın en derinine dokunup kendisini hatırlatıyorlar. İzlediğimiz hayatlar film değil, biraz da biziz. Her birinde yanımıza oturan aslında karakterler değil kendimiziz. Bu noktada zaman ve bizi savurduğu noktalar devreye giriyor. Hayat o kadar kısa ki, geçmişinizde bitiremediğiniz her şey gününüzü mahvetmek için sırada bekliyor olabilir. 

Kurgunun ötesinde bir şeyler dönüyor ekranda iki buçuk saat boyunca, sanki bir eve misafirliğe gitmişsiniz ve her şey sizin gözünüzün önünde yaşanıyormuş gibi. Marie'nin kendi hayatı gibi dağınık evinde verdiği mücadelenin benzersiz büyüsü daha önce sizin yaşadığınız evde de yaşanmış gibi, sizin de dağıttığınız odanızda kendinizi bir türlü bulmak istemediğiniz için toplayamadığınız eşyalarınız gibi. Sorunlar, savrulmalar ve asla ne yöne doğru aktığınızı fark edememenin verdiği dayanılmaz ruh sıkıntısı. 





















Sıradan bir konu olmasına rağmen bir türlü sunduğu metaforların etkisinden çıkamıyorsunuz. Bu dağınık evdekiler arasında geçen ilişkide iletişim kuramamayı, yalanı, iftirayı, ihaneti durağan ama bağlayıcı bir dokunuşla beyaz perdeye Farhadi'den başkası bu kadar güzel aktaramazdı hissiyle, geçmişinizin en büyük düşmanınız olduğu kanısıyla ancak gününüzün de size dost olmadığını unutmayarak, kendinizi bulduğunuz sahnelerin büyüsüne kapılarak izleyiniz. 

Keyifli seyirler

Tür: Dram
IMDb: 7,0
Yönetmen: Xavier Dolan
Oyuncular: Gaspard Ulliel, Nathalie Baye, Vincent Cassel, Marion Cotillard , Léa Seydoux

Ve elinizde olmadığında hasretinden prangalar eskittiğiniz şeylerde bugün: gün ışığı. 
 "Alt Tarafı Dünyanın Sonu" Fransa'da bir tiyatro oyunundan uyarlanmış ve Dolan'a iki Cannes ödülü kazandırmış dram filmi. Hikaye, yazarımızın 12 yıl önce evden çıkıp gittiği  ve bir daha hiç görüşmediği ailesine zorunlu olarak belki de sadece çok kısa bir süre için dönüşü üzerine kurulu. Biraz klostrofobik, aile içinde sürekli yüksek sesin egemen olduğu, iyiliğe dair işlevini neredeyse yitirmiş bir ailenin son çığlığını duyacağınız bir film. Pek tabii sonuçlar değil mühim olan kesinlikle ve kesinlikle süreç her zaman.



Herkes birilerini ardında bırakarak yoluna devam ediyor doğumundan ölümüne kadar; burada şaşılacak bir şey yok maalesef, doğanın bir kanunu bu. Burada asıl sorgulanması gereken şey: ne şekilde bıraktığınız, döndüğünüzde nasıl bulacağınız gibi kafatası kemiğini bile bir çırpıda kırma gücüne sahip olan ağır sorular. Hele ki dönüyorsanız... Sizden neler beklendiğini tahmin bile edemezsiniz. Eksik bıraktığınız her yerden sorumlu tutulduğunuz asla çalışmadığınız yerden gelen final soruları tadında bir film yapmış Dolan, tebriks.


Ya da kalbimize dokunsun diye empati yapalım: ya kalan sizseniz? İnanın korkunç. 
Bir alev topu üzerinizdeyken size hiç değmeden geçtiğine kendiniz inandığınız gibi karşınızdakine de inandırmaya çalışıyormuşsunuz gibi... 
Dünyanın sonu gelmiş ama nedense sizi teğet geçmiş gibi...
Hayat devam etmiş gibi... 
Sanırım en doğrusu en sonuncusu. Yarım kaldığınız yerden milyonlarca sorunun arasında tamamlanmanın tadını bile bilmeden sadece özlemle ne kadar yaşanıyorsa o kadar yaşıyorsunuz. Hata kimde olursa olsun durum değişmiyor.
Ve yazarımız bıraktığı enkazla yüzleşirken de bizzat enkaz haline gelebiliyor. Üzenin daha çok üzüldüğü anlara yüzleşmeler diyoruz bu durumda. 

"Bir kez daha uğradığımız cinayet yerine benziyor
Unutmak istediğimiz ne varsa..." diyor yaşayan efsanem. (tık tık)

Gaspard Ulliel'in üzerinde hayat kurulabilcek gamzesiyle,
Marion Cotillard'ın ve Lêa Seydoux'nun muhteşemliğiyle,

O cinayet yerine bir kez daha hiç uğramayacakmış gibi ütopik ve aynı zamanda kocaman bir emin olmayla izleyiniz.

Tür: Dram, GerilimIMDb: 7,6Yönetmen:Tom Ford
Oyuncular: Amy Adams, Jake Gyllenhaal, Michael Shannon


Yaşamak istediğimiz hayat, yaşamak için çaba sarf ettiğimiz hayat ve yaşamakta olduğumuz hayat. Hepsinin alt benliğinde duygularımızın gölgesinde kalırız. Daha önce dinlediğimiz bir müzikle, izlediğimiz bir film ya da annemizin daha önce eleştirdiğimiz en basit davranışı bizi yönlendirebilir çoğu zaman. Yarın öleceksem bunu yaşamam lazım dediğimiz her eylem yarın ölmediğimizde tokat gibi çarpacak suratımıza. 








"Gençken bazı şeylere cüret ederiz çünkü bir anlamı olduğunu düşünürüz. Sonra anlamı olmadığını öğreniriz."

Austin Wright'ın 1993 tarihli Tony ve Susan adlı romanından uyarlanmış olması da benim için üst düzey bir artı. Okumak için can attığım bir kitap daha! Edward'ın filmdeki romanı Susan'a ithaf etmesi aslında Susan'ın ortada kalmışlığını, çaresizliğini ve donuk bakışlarını daimi kılmayı amaçlamasıyla doğru orantılı. Edward belki Susan'ın istediği statüye, özbenliğe ulaşmış olacak ama Susan asla kendisi gibi bir kadın olamayacak. Hayatı boyunca hırslarının ve kibrinin altında ezilmeye devam edecek. Görmek istediği şeylerin dışındaki her şeyi görecek ve yaşayacak. Anlık mutluluklarının yerini asla gerçekten mutlu olduğu anlar alamayacak. Bu böyle devam edecek, mutsuzluktan ölene kadar. 
İzlemeniz için sabırsızlanıyorum, kendinizi bulmaktan tükeneceğiniz bir film. Her sahnesinde biraz daha kendi hayatınızı düşüneceksiniz, vurucu sonuyla rahatlayacaksınız. Bittiğinde bir süre yerinizden kımıldayamayacaksınız.

Hayatınızda karşılaştığınız kareler öylesine çıkmazmış karşınıza dün tesadüfen ulaştım bu filme. Girişiyle kendisine hayran bıraktı o dakika, bazen hissedersiniz bir şeylerin o an hayatınızda kocaman bir yer edeceğini, öyle. Bahsetmekten sonsuza kadar kaçacağınız tüm duyguların filmi olmuş. Söylemeden edemeyeceğim; Tom Ford, sen sadece film yap!



"Hayatının hiç de planlamadığın bir hal aldığı hissine kapıldığın oluyor mu?"

Edward Sheffield ve Susan Morrow'un birbirlerinde kendilerini bulduklarını hissederek evlenmeleriyle başlıyor hikaye. Edward'ın kendisini olduğu gibi aktarmasından tatmin olamayan Susan'ın onu başka bir adamla aldatmasıyla devam ediyor. 19 yıl sonra Susan'a gelen bir postayla Susan Morrow'un retrospektif tavırlarını izlemeye başlıyorsunuz. Amy Adams'ın etkileyici kızıllığı karşısında büyülenmeden de edemiyorsunuz. Aldığınız kararların size yön vermesinden ziyade ilerde yaşayacağınız pişmanlıkları düşünürsünüz her zaman. Filmde sürekli gerçek ve kurmaca hayat arasında gidip geleceksiniz. Bu durum hem izlediğiniz sahnelerde geçerli hem de kendi hayatınızda. Bir insanı olduğu gibi sevemeyip sürekli kendi geleceğinizi, doymak bilmez zevklerinizi ve hırslarınızı düşünerek aldığınız kararların aslında sizi bir adım bile ileriye götüremeyecek olmasının filmi. 


Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

HAKKIMIZDA

1d77c03ec7fc89d934da799ec5223a16.jpg
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.

Ecem, Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor. İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^

Ben, Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.

Bizi Takip Edebileceğiniz Bağlantılar

POPULAR POSTS

  • Joker, 2019
  • Million Dollar Baby, 2004
  • 500 Days Of Summer, 2009
  • True Romance, 1993
  • The Nice Guys, 2016
  • Her Şey Çok Güzel Olacak, 1998
  • Bana Masal Anlatma, 2015
  • Once Upon a Time... in Hollywood, 2019
  • Never Let Me Go, 2010
  • Edward Scissorhands, 1990

Spotify

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Katkıda bulunanlar

  • Ecem Akanur
  • filmisyen
Powered By Blogger

Blog Arşiv

  • ▼  2023 (1)
    • ▼  Mart (1)
      • Bitget’ten Türkiye’ye Özel Süper Hediyeler
  • ►  2022 (3)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (1)
  • ►  2021 (1)
    • ►  Mart (1)
  • ►  2020 (14)
    • ►  Aralık (3)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Nisan (4)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2019 (16)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ekim (5)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (2)
  • ►  2018 (11)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Şubat (3)
  • ►  2017 (14)
    • ►  Aralık (1)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Mayıs (2)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (5)
    • ►  Ocak (1)
  • ►  2016 (15)
    • ►  Kasım (3)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Ağustos (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (2)
    • ►  Mart (4)
    • ►  Şubat (2)
  • ►  2015 (24)
    • ►  Ekim (1)
    • ►  Eylül (1)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (2)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (5)
    • ►  Şubat (3)
    • ►  Ocak (9)
  • ►  2014 (30)
    • ►  Aralık (6)
    • ►  Kasım (5)
    • ►  Ekim (3)
    • ►  Eylül (5)
    • ►  Ağustos (2)
    • ►  Temmuz (1)
    • ►  Haziran (2)
    • ►  Nisan (2)
    • ►  Mart (3)
    • ►  Şubat (1)
  • ►  2013 (2)
    • ►  Mayıs (2)
Bumerang - Yazarkafe

İzleyiciler

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Kötüye Kullanım Bildir

Designed by OddThemes | Distributed by Gooyaabi Templates