Filmi bitirdikten sonra tek isteğim bu tarz kararları bu sevgiyle, bağlılıkla, içtenlikle ve özgürlükle verebilmekti. Umarım hepimizin böyle de güzel spontane hayatları olur. Benim kadar gamlı bir baykuşun; kontrol manyağının yapamayacağı bir şey ama diliyorum işte. Neyse...
Verona ve Burt, çok seviyorlar tabii ki. Şu sıra izlediğim filmlerde çoğunlukla erkekler seviyor, üzülüyor, sevdiğinin peşinden gidiyor, ilişkilerini düzeltmek için çabalıyorlar vs... Gerçek hayattaki istatistiğinin düşük olduğunu düşündüğüm için mi dikkatimi çekti bilemiyorum.
Gelelim bu sevgi dolu tatlı mı tatlı Verona ve Burt çiftine.. Güzel aşkları, ilişkileri ve doğacak bebekleri için kendilerine YUVA arıyorlar. Yuva büyük harfle, çünkü bir evde oturmak değil mutlu ve huzurlu olacakları yeni bir dünya arıyorlar romans kahramanlarımız. Verona'nın asla evlilik teklifini kabul etmeyişi ve nedeni; Burt'un beceriksiz olmadıklarını söylerkenki halleri falan hep izlenilesi..
Herkesin her duyusunu zorlayan empatide de nirvana yaptıracak bir hikaye. Canınız neyi yaşatıyorsa size gün içerisinde, bizim bu sevgi dolu ailemiz de size onu yaşatacak film boyunca. Ama kalbiniz kırıkken, Verona kadar samimi veya sizi Burt gibi seven biri yoksa hayatınızda fazlaca duygusal triplere girmeniz olası. Ama zaten her filmde olmuyor mu? Kötü örnek oluyorlar ve beklentiler yoruyor insanı. Ama yine de bütün duygular kalpler kırıkken güzel..
Uzaklara, çok uzaklara hatta hiç dönmeyeceğiniz yerlere gitseniz bile size kalbini delicesine açan güzel ve kocaman kalpli adamlar/kadınlar sevin. Onlara güvenin, onlarla yola çıkın.
Sakın kırılmasın güzel kalbiniz; samimiyetle izleyiniz..
Başlarken benzer cümleler kuruyor, internetin dünyayı daha küçük bir hale getirmesi gerekiyordu. Dünyanın belki de en mantıklı cümlesi, aslına bakarsanız zaten gittikçe küçülüyor. Dr. Will insandan üstün bir bilgisayar yapmaya başlar ve insan beyninden daha üstün bir şeyin olamayacağına kendini kaptırmış radikal bir grubun saldırısına uğrar.
Ancak burada vereceğim bilgi asla bir spoiler değildir; saldırıdan kurutulamayan Will'in güzeller güzeli karısı Evelyn kocasını yaşatmayı başaramasa da onun beyniyle iletişime geçmeyi başarır.
Bu sıralarda ben Filmisyen, olayın bilimsel yönüyle bir an bile ilgilenmedim. Çünkü Will Max'e aynen şöyle diyordu; " Ölü bir adam olduğumu bilsem bile onu özleyeceğimden korkuyorum. " Gişe başarısıyla kalbimde elde ettiği başarı tamamen orantısız. İnsanlığa tehdit oluşturduğu için teknolojiden korkan insanların nasıl rahatça bir canıı alabildiklerine inanamayarak izleyiniz.
" Sevgili Evelyn, kaybın için yaşadığım üzüntüyü nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum.
Kaybımız için..
Will'in önemsediği tek şeyin sen olduğunu bilmelisin. Senin aşkın ve birlikteliğin; kalanımızın sadece hayal edebileceği türdendi. Harika bir insanı kaybettik. Harika bir ruhu. Ancak bu adamın ruhu bize ilham vermeye devam edecek."
Johhny Depp'in çevrelediği filmlerin en güzeli, bana göre. Tim Burton'ın yaşatmak istediği rengarenk hayattan yavaşça siyah beyazlaştırdığı ve hayatın gerçek rengini gösterdiği kocaman bir 105 dakika. Şüphesiz sorma fırsatımız olsa oynadığı en güzel rol sorusuna cevabı Edward Scissorhands olur.
Küçük bir çocuğun babannesine sorduğu soruyla başlayan hikayenin içerisindeki bu hikaye kozmetik temsilcisi Peg Boggs tarafından örülmeye başlanır. Edward şehrin en metruk fakat süslü konağında yaşayan yaşadığından sadece kendisinin haberi olan kendimce elleri olmayan en güzel yaratıktır. Yaratık dediğime bakmayın, yaratıkların da kalbi vardır.
Bir mucit tarafından buluşunun bir parçası olarak yaratılır ancak elleri tamamlanmadan mucit ölür. Bundan sonrası ellerini kullanmak istediğinde çevresine zarar veren Edward'ın yaşam mücadelesine dönüşüyor. Peg ve ailesiyle yaşamaya başlayan Edward o güzel toplum baskısıyla mücadele etmeye başlıyor. Kısa sürede mahallenin diline dolanan güzellikleriyle ailenin yanında hayatını devam ettiriyor ancak Peg'in kızı Kim'e aşık olarak..
İşte tam bu sahnede her şey siyaha dönüşüyor. Grileşiyor daha çok. Bağzı sahneleri kalbimize kazıyoruz bu onlardan biri bir diğeri de şurada. Sizin için fazlaca ütopik olsa da benim için gerçeğin yanında konaklıyor bu kurgu. Edward, farkındalığını alıştırmaya çalıştığı toplumda aşkı yüzünden büründüğü kötülüklerle anılıyor. İstemeden oluyor her biri, istenmeden.
Ah cağızlarım bu toplumda neden her şey bu kadar zor?
Aşkınız için neye büründüğünüzün ne önemi var, bürünmekten bir hal alarak izleyiniz. Bu arada şimdiden bir Edward Scissorhand hayranı oldunuz, kutlarım!
Tom Cruise'un, "Heey, ben Tom Cruise'um " dediği film.
Takatinizin kalmadığı; yorgun olduğunuz veya aklınızda başka düşüncelerin olduğu anlar bu filmi izlemek için uygun değil. Dağıtıyor.
Bilimkurgu filmler arasında aşk için olabilecek, en azından benim kabul gördüğüm en iyilerden.
"David, open your eyes."
Bir anda yüzünüz düşecek belki. "Hayır ya,nasıl? Olamaz değil mi? Eğer olduysa kötü çünkü" filmi.
"David zora geldiği zaman kaçıyor mu?
Sophia ne zamana kadar varoldu?
Julia'dan tedirgin olmakla haklı mıyız?" filmi.
-Bize bir bak.. Ben kaldım; sen öldün. Ve ben hala seni seviyorum.
-Bu bir sorun.
filmi.
Size asla canımın istediği gibi anlatamam, kendi gözlerinizle bakmalısınız. Güvendiğiniz şey; tek bir özellikse eğer, bu kötü. Çünkü onu sizden aldıklarında saldırganlığın beraberinde güçsüzlük kaplıyor dünyanızı. O, size yanlış yaptırıyor.
Sakin olun; 'gözlerinizi açın'.
" Belki ikimizin de kedi olduğu bir hayatta seni tekrar bulurum. "
" Bu duyarsız ve yitip giden küçük dünyanın onun yanında ne gibi bir önemi olabilirdi ki? "
Betty, sarıp sarmaladığı duygunun içinden bir türlü sağlam çıkamayan; sinirine yenik düşen, deliler gibi aşık ve asla yaşadığı dünyanın içinden çıkıp sahip olduğu şeylere tam anlamıyla kucak açamayan güzeller güzeli karakter. Her zaman böyle değil midir zaten, içinizde yaşadıklarınızdan kimsenin haberi olmaz çoğu zaman.
Zorg, Fransa'nın bir sahil kasabasında, bungalovların bakımı ve gözetiminden sorumlu ikinci karakterimiz. Yaşadığı yerin sessizliğinden mi, sessizliğe bu kadar erken ihtiyaç duyuyor oluşumuzdan mı bilmem tek kelimeyle bayıldım. Betty ise Zorg'un tenine yamayıp asla ayıramayacağı, hayranlık duymak için sürekli daha önce ortaya çıkmamış huylarını keşfetmeye çalışmasıyla bazı aşkların çaresizliğini çok güzel hatırlatıyor.
Ne kadar incinebilirler diye düşünürken anladık ki en fazla ne kadar incinebilirler ise o kadar incinmişler. Koca bir tutkunun size neler anlatmak istediğini en sonunda anlıyorsunuz, tarifsiz. ve
" Sürekli gülümsüyor olmak, mükemmel bir hayata sahip olmak demek değildir. "
Tür: Dram, Gizem, Gerilim
IMDB: 7.1/10
Yönetmen/ Senaryo: Christoforos Papakaliatis
Oyuncular: Christoforos Papakaliatis, Maria Kalogirou, Maro Kontou
Eminim çoğu kişi beynini sırf "Acaba şöyle olsa daha mı iyiyidi?"
"Hiç tanışmasaydık böyle mi olurdu?" "O gün şu olsa nasıl olurdu?" vb şeylerle yoruyordur.
Pişmansanız ya da mutsuzsanız olur, bilirim. Savunma mekanizmaları böyle durumlarda diğer günlerden daha fazla çalışır. Kendinize yeni hikayeler ararsınız ki final mutlu sonla bitsin.. Çünkü aksi bir duruma tahammülümüz yok; hikayeler hep mutlu bitmeli.
Bu film de işte size bunu gösteriyor. Christian ve Dimitris bizlerin düşüncede bıraktığı bu ihtimalleri birebir yaşıyorlar.
Ne mi oluyor?
Kaderden kaçamıyorsunuz; karşı koyamıyorsunuz. O, olacaksa oluyor ve siz, yaşayacaksanız yaşıyorsunuz.
Ya bir savaşın ortasında gözleriniz toz pembe görüyor ya da toz pembe bir hayattan savaşın ortasına atıyorsunuz kendinizi ki bu sizin seçiminiz.
Dönem olarak yakın zamanda bizim de tanık olduğumuz Yunanistan büyük kriz dönemi seçilmiş. Çünkü yaşanan bazı olaylarda bu ekonomik tufanın payını da yok değil. Fakat çok belirgin işlendiğini söylemek çok da mümkün değil. Sizi kriz konusuyla boğmayacak hatta şöylece bir duyup geçeceksiniz belki. Bu konu üzerine yürütülmüş fakat sizden asıl beklediği kaderi sorgulamanız, kadere nasıl inandığınız..
"İlişkiler cesaret ister" diyor ki en çok desteklediğim cümleydi bu.
Aynı anda dört kişilik düşüneceksiniz hazır olun. Kurtarmak istediğiniz ya da başlamak istediğiniz ilişkileriniz var. Ve bunlar zamanında olmalı aksi takdirde zaman elinizden her şeyinizi alıyor.
İyi seyirler.
Yazar: Ecem Akanur
2012, François Ozon; gerilim-gizem filmi..
Fransız filmlerini bir başka sevdim. 'Başka bir yakınlık' bu. Bir de şu gizem türü filmler, beni etkiliyor.
Sanırım filmin daha başında, olayın geçmiş olduğu yerin adı beni cezbetti. Gustave Flaubert Lisesi; yani Madam Bovary'nin yazarının adı. Bu eseri seven biri olarak tebessüm ettirici bir kareydi.
Germain bu lisenin Fransızca öğretmeni; kendisi birçok kez yazmayı denemiş ancak başarısız olmuş. Claude ise onun 16 yaşındaki öğrencisi ve yazmaya çok meraklı; yetenekli. Her şey Cloude'un sınıf arkadaşı olan Ralph Bafa'nın evine; ona matematik çalıştırmak için misafir olmasıyla başlayacak. Cloude başka hayatları seviyor; içlerinde olmayı da. Ve bu misafirliklerini Germain'ın ona verdiği kompozisyon ödevlerinde anlatmayı tercih ediyor. Bu normal geliyorsa bile tek farkı 'Devamı Gelecek. .' yazı dizisi olarak yapıyor bunu.
Germain ise bu yeteneği farkediyor ve öğrencisini yazmaya cesaretlendirmekten fazlasını yapıyor; sınırlarını aşıyorlar ve bu başlarına iş açıyor açıkçası. Yazıların lezzeti Germain'e yaptıklarını farkettirmiyor, yapılanları; işin boyutlarının nereye ulaştığını görmüyor zira.
Gerçekle hayal arasında sıkışıyorsunuz izlerken. Sizi içine katıyor ve birileri yanlış yaptıkça geriliyorsunuz; kendiniz sürekli kafanızda senaryo yazıyorsunuz. Bir Cloude oluyorsunuz bir Germain. Bazen Bafalar'a gidip Ester'i konuşturuyorsunuz. Ya da bazen bunları tam yapmıyorsunuz çünkü Germain olur olmadık bir anda dalıp uyarıyor sizi ve her şeyi baştan düşünüyorsunuz. Öyle olaylar zincirinin ortasına düşüyorsunuz ki siz gerilmekten fenalık geçirirken bir de bakıyorsunuz kimse Cloude'un gürültüsünü duymuyor.
Ve dile getirilemeyen nicesi...
Tam anlamıyla çok lezzetli bir filmdi benim açımdan. Başkalarının hayatları üzerine oturtulmuş etkili filmlerden biri.
Bu o filmlerden; hani birçok farklı finalle kapatabildiğiniz belki..
Bir bakın bakalım siz nasıl bitireceksiniz. Parçaları birleştirerek mi; ayırarak mı?
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.