Bilen bilir evin her odasından duyulacak kadar hint sevdası bir anneye sahip olduğumu. Zorla dinlettiği video klipler, film sahneleri ile geçmişimi ve geleceğimi doldurmuş oldu, şükür. Ghajini, Aamir Khan'ın yıldızını parlatışında bana kalırsa en önemli yükselişlerden biri. O da bizim evin abisi, zaten takipteki arkadaşların haberi vardır bu durumdan.
Kalpana, kendi kendini geçindiren orta düzey bir reklam şirketinde çalışmaktadır. Hindistan'ın ünlü iş adamlarından biri olan Sanjay Singhania'yı karıştırdığı yalanları ile çok yüksek yerlere gelmeye başlamıştır. Ama sevgilisinin Sanjay olduğunu bilmemektedir. Bu kısmı pek anlatmak istemiyorum çünkü her sahnesi oldukça eğlenceli, tadı kaçmasın.
Dünyada yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli şey; iyilik. İnsanların hayatlarına müdahale etmeyi ve onların üzerinden zengin olmayı başardıklarını zanneden bir takım pislikler tarafından acımasızca acı çekiyor Kalpana ve Sanjay. Spoiler vermemek için delirdim burada ama her sahnesini habersiz izleyiniz.
Sanjay'ın hafızasını bir türlü sabitleyememesi de olayın gidişatını oldukça zorluyor. Memento'ya oldukça benzese de Ghajini bir Hint yapımı, eğlenceliğinden doğallığına her şey mevcut. Hüngür hüngür ağlayacağınız her sahne için şimdiden özür diliyorum ama hayatımın en iyi filmlerinden birisiydi. İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Spoiler vermek istemiyorum ki anlattıklarımı öyle değerlendirmeyin diye de umacağım..
Lus Besson filmi; Leon'un yaratıcısından. Tabii ki filmi görmemdeki en büyük etkendi kabul ediyorum; güvenim sonsuz gittim. Umuyorum sizde öyle izlersiniz. Ki bu kadar vizyonda kalmasını beni beklemesine yordum :)
Bir aşk hikayesi yok. Ama sanırım Lucy gibi yaklaşık bir haftadır tanıdığınız biri için hiçbir şey yapmamayı baştan öğretiyor.
Lucy(asıl elemanımız), Richard ile bir hafta takılmış gece eğlencelerinde boy gösteren Taipe'deki öğrenci kızımız. Bir teslimat için otele giriyor ve maalesef kendini kurtarması hiçbir akla sığmayacak şekilde olacak. Mr.Jang Taipe'deki korkunç yeraltının gözde uyuşturucu satıcılarından. Ağına düşen Lucy de mecburen ona hizmet vermek zorunda kalacak, beraberinde 3 kişiyle birlikte. Uyusturucu ise sentetik bir CHPU 4. Kadınların hamilelik döneminde en minimum düzeyde üretebildiği bu madde içeride yeni bir insan bile yaratabiliyor(!)
-Mide altına yerleştirilen bu paketler kazara içeride patlar ve kana direkt nüfuz ederse ne olur- sorunsalı ise filmi oluşturan olaylar zincirini beraberinde getiriyor.
Lucy; acıyı, korkuyu ve arzuyu hissetmiyorum diyen güzel ve seksi ama bir o kadar da acımasız bir savaşçı ruhuyla göreceğiniz muazzan Scarlet Johansson ile hayat bulmuş tabii ki. Ayrıca Morgan Freeman'ın olması gerektiği kadar oldurmuşlar hem de sevdiğimiz yüce bilgeliğiyle ki keşke daha fazla olsaydı tabii..
Yapılan araştırmalar sonucu beynimizin %10'unu kullanabildiğimiz söyleniyor. Ya bu sentetik madde Lucy'nin vücuduna bu şekilde karıştığında onun beynindeki nöronların hızla üremesine sebep olur da bu durumu %100'e kadar çıkartırsa?
Ne mi olur? Cevap veriyorum.Bence görsel şölen, olur.
Lucy etrafındaki her şeyin inanılmaz derecede farkında olacak, hisleriyle ve beyniyle elektronikten tutun da normal insan vücuduna kadar her şeyi yönetebiliyor olması ise akıllara durgunluk verecek.
Tabii ki filmi izlerken inanmadığınız Darvin teorisinden yola çıkılacak olabilir ki - siz de öyle yapacaksınız..
Bu filmi çeken de %10'unu kullanıyor yeaa nasıl bilsin %40'ları 100'leri diyeceksiniz - ki siz de başka yollarla nasıl olurdu diye düşüneceksiniz yeniden senaryo yazacaksınız, orası ayrı.
Ama filmlerin tatları oradadır zaten. Bilimsel makaleler ya da ders kitapları gibi her şey olurunda ve bilgi düzeyinde olsaydı bu inanılmaz sıkıcı olurdu. Bırakın birileri sizin için her şeyi düşünmesin siz de hayal edebilin. Mantık hatası hiç mi olmaz demeyin olur çünkü her şey insanlar için ^-^
Dünyada en başından beri beynimizi %100 kullansaydık belki bu iyiye gidebilirmiş -tabii filmden yola çıkıyorum. Şayet şimdiki gibi sonradan görme olunacaksa bu tam bir felaket . Çünkü izlerken Lucy'nin durumların ne kadar umrunda olmadığını fark edecekseniz. Suçlar, ölümler ya da sonu felakete dönüşebilecek şeyleri maalesef umursamayacak. Bu iyi değil.
Umarım beynim %100 çalışmaz diye umarak izleyin ..
Olmaması gereken her şeyin var olduğu filmde katlanamayacağımız olmazlıkların hiçte rahatsızlık vermiyor oluşuna ek fazlaca akıcı bulduğum Godard eseri. Savaşın, silahların, kaçma ve kovalamanın aksine filmde benimsediğim tek şey şiir. Daha önceki Godard filmlerinden alıştığımız gibi cevapsız sorular ve yarıda kesilen cümleler de dahil.
"Dün seni görmedim ama seni düşündüm, şimdi seni görüyorum ama başka şey düşünüyorum."
Şimdiye kadar hayatı çok sıradan, ideali olmayan bir adam Bruno. Fransa-Cezayir savaşı sırasında sağ görüşlü bir grubun militani olarak Cenevre'de yaşıyor. Veronica'ya da burada aşık oluyor. Veronica, PaulKlee tablolarını hatırlatan bir gökyüzü ve gözlerinin altı velazquea grisi bir kadın. Bir suikast emrini yerine getirmediği/getiremediği için çetesiyle sorunlar yaşamaya başlayan ve işkencelerle devam eden hayatında düşlediği tek şey Veronica'yı da alıp Brezilya'ya gitmektir.
Geçmişten kopamadığınız her ana bazen saygılı bazen saygısız davranıyorsanız tam sizin filminiz. Görmeniz gereken tek şey filmin başındaki şu sahne; "Birbirinizi sevin." Birbirinizi severek izleyiniz, iyi seyirler.
İzle, dediği bir filmi yine,yeniden -çook önceden izlemiş olduğumu hatırlayarak- izleyip; müthiş zevk verici bu olayı kendi kendime kutladığım bir film daha.
Doğru insan, doğru yer; yanlış zaman.. Tıpkı onun dediği gibi. "Yanlış insan olmadığına şüphe yok ama zaman doğru değil.."
Zaman dediğimiz bu tuhaf canavar, ne kadar acımasız öyle değil mi? Bazen sınırları zorlarcasına süründürüyor; bazen dalga geçer gibi yarı yolda bırakabiliyor. Ya geç kalıyorsunuz ya da çok erken gelmiş oluyorsunuz ki en mühimi hep kısıtlı.
Kaderden hep bahsediyoruz daha da halk diliyle 'hayırlısından'.. Ama şunu kendimize öğretemiyoruz hiçbir şey değil; olması gereken iyisiyle de kötüsüyle de oluyor.
Alex ve Kate kadere dokunabilen ve benim gözümde gerçekten 'kahraman' olan film kahramanları..
Fantastik öyküler seçmekten yorulmuyorum veya yaşadığımız hayatlarda olması imkansızlığın bile sınırlarını zorladığı hatta hiçbir şekilde olması mümkün olmayanları seçtiğim doğru. Fakat siz yaşadığınız aşkları; ilişkileri ya da hayatları nasıl küçümseyebiliyorsunuz? Onları nasıl bu fantastik ya da imkanları zorlayan filmlerin konularından ayrı tutabiliyorsunuz? Yanınızdaki adamı/kadını ilk kez sizin hatırladığınız bir zamanda gördüğünüz ne malum? Nerede birbirinize ilk kez gülümsediğinizi nereden biliyorsunuz? Ya da da ha önce kolunuzun yolda yürürken rastgele birbirine değmediğini?
Ben bilmiyorum ve şiddetle umuyorum ki ilk kez benim bildiğim zamanda karşılaşmış olalım. Çünkü muazzam bir insanı daha önce o kadar yakından görüp hiçbir şey yapmamış olmak zamanı suçlamak için biraz fazla ağır.
Alex ve Kate; o, adeta ev diyerek küçümsedikleri, benim ise görsel şölen diye tabir edebileceğim yerdeki belki de hayatınızda hiç tahayyül etmediğiniz bir tesadüfle birliktelikleri başlayacak iki apayrı insan.
2004'ten bir adam, 2006'dan bir kadın; 2008'de bambaşka bir boyut..
Birbirlerine yetişmeye ya da beklemeye aşkla bağlı kalmış insanlar.. Biliyorum filmden sonra, mektup yazmak isteyeceksiniz ve adım kadar eminim o evde yaşayabilmek için müthiş bir istek duyacaksınız..
İzlerken herkesin peşinden koşmayı bırakın. 2014 yılının bu sıcak Eylül'ünün filmi olmayabilir. Belki daha çok yağmurda, battaniye altında; elde kahve veya çayla gidebilecek bir film ama kızgın Temmuz'a bile meydan okur, diyorum.
" İki kalp birbirine bu kadar yakın, iki kalp birbirine bu kadar benzer ve duyguları bu kadar uyumlu olabilir.." Aynı siz, değil mi? Çünkü aynı biz.
Kate'in korkuyla ağlamasına rağmen, Alex'in sabrıyla izleyiniz..
Sonumuzun ne olacağını bilsek daha mı az üzülürdük? Heyecanımızdan, karmaşamızdan bir an olsun kurtulur muyduk?
Tabii ki bu soruların cevabını bilemiyorum. Yanıt da aramıyorum aslına bakarsanız.
Onlar normal hayata adapte edilmeyen, hatta çitlerin arkasına geçebilecekleri akıllarına bile gelmeyen insanlar. Ayrıca hikayemizde, hepimizin aksine sonlarının ne olacağı belli; ve bunu bilmesi gereken ama bilmeyen küçük insanlarımız var. Sadece kurallarla büyüyorlar ve büyümelerin haricindeki asıl biyolojik özellikleri de belirsiz.
Dedikodulardan yola çıkarak kendini porno dergilerinde arayan Kathy bu dedikodulara kapılmış biri sadece. Bir görev icabı dünyaya getiriliyorlar. Yaşam haklarının 'görevlerini tamamladıktan' sonra ellerinden alınacağını ise zaman gayet ilerledikten sonra bilebiliyorlar. Bu acı..
Yetiştirildikleri yer ise Hailsham. Yani en görkemli en muazzam öğrenci, 'donör' yetiştiren okul. Dedikodulardan biri ise donörlerden biri aşkını kanıtlarsa görevini tamamlarken tecil hakkı alabildiği.. Hailsham'ın galerisi için yaptıklarını, bu uğurda kullanabileceklerini sandıkları bir dedikoduları var; bu inanılmaz umut verici.
Ama galeri ruhlarının içine bakmak için değil..
Kathy Tommy'ye aşık; Tommy de Kathy'ye, her şartta bir bölen olmalı değil mi? Herkesin bunun için bir sebebi var. Her şeye rağmen Ruth ise Tommy ile yıllarca beraber olacak. Bu yanlışlığa son verdiğinde her şey için geç mi? Aşk, geç kalınabilecek bir şey mi? Cevap arayınız.
Sonunu bildiklerimiz de bilmediklerimiz kadar üzüyor. Aşktaki umut inanılmaz güçlü ve güzel; aşk hiçbir şartta geç değil ve her şeye değer.
K: "Hayalimi bundan öteye götüremem buna izin veremem. Onunla vakit geçirebildiğim için ne kadar şanslı olduğumu hatırlatırım kendime.."
Tommy'nin tecil hakkını elde edebilmek için profosörün karşısındaki muazzam umuduyla izleyiniz..
" Bir kadına ,bir kadın olarak verebileceğiniz tavsiye ne olurdu? - Sevmesi
- Bir kıza? - Sevmesi
- Bir çocuğa? - Sevmesi..."
İşte tam bu sırada ben dahil oluyorum konuya Edith Piaf ile bir ömür geçirdim çünkü, sanki tüm yaşadıklarında yanındaydım. Tam da öyle bir etki bırakıyor üzerinizde bu film, muazzam oyunculuğuyla Marion'un başarısı mı yoksa yönetmen Olivier Dahan başarısı mı bilemiyorum. Bu kadar acının üzerine verebileceği tek ve daimi tavsiye -sevmek- olan Edith başarısı bence.
Edith, çok küçükken babası tarafından bir geneleve kısa süreli bakılması için bırakılıyor. Yaşamının en mucizevi olayı da görmekten vazgeçen gözlerinin tedavi sonucu görmeye başlamasıdır büyük ihtimalle. Döneminin Fransa'sında oldukça sevilen bir müzisyen olmaya sokakta şarkı söyleyerek adım atmıştır.
Belki de hayatınızda izleyeceğiniz en güzel biyografik film, henüz 24 saat bile olmadı fakat yeniden izlememem için hiçbir sebep yok. Beni dört dörtlük bir insan yapacak kadar güzel. Ben diyorum ki; sanki Edith ile bir ömür geçirdim. Neler öğrendim, yanıma neleri aldım bana kalsın ama siz de izleyin size de bir şeyler kalsın.
Bu çocukluktan ölüme kadar Edith Piaf'ın kalbinizde asla ölemeyecek hikayesine şahitlik ediyor olmanız size çok farklı hissettirecek. Etkisinden çıkamayacağınız her sahnesi için şimdiden keyifli seyirler. Bu sefer fragman değil kalbimin baş tacı sahnesini paylaşıyorum. Sonuçta Edith Piaf farkı olmalı.
"Aşığım sana.. Biliyorum ki aşk, yalnızca boşluğa yapılmış bir haykırış ve unutulmak kaçınılmazdır ve hepimiz lanetliyizdir ve bir gün tüm emeklerimiz yalnızca toza dönüşecek. Ve biliyorum ki Güneş yaşayacağımız tek Dünya'yı yutacak ve ben sana aşığım. Üzgünüm.."
Benim için bu cümlelerde saklı film, çağımızın belki de en lanet ve en üzerine gidelecek talihsizliği; kanser. İlla bir şeye kızılacaksa ona kızılmalı, illa bir şeyin ağzı burnu kırılacaksa onun kırılmalı. O kadar güçsüz ve bir o kadar hayal kırıcı aynı zamanda..
16 yaşındaki Hazel üç yıldır kanserle mücadele veriyor, akciğerlerine sıçrayan bu lanet hücreden dolayı oksijen tüpüyle geziyor. Her zaman. Destek grubuna katılmaya başladığı zamanlarda sonsuzluğuyla tanışıyor; Augustus Waters. Kendi gibi kanser ile mücadele etmiş Augustus ile paylaşmaya başladıkları onca güzel şeye ek bir de birbirlerine aşık oluyorlar. Ancak hiçbir şey sonsuz değil. Aynı isimli romandan uyarlama bu filme hiç sebepsiz bayılacaksınız. İçinizdeki mutlulukla kesişen her duyguyu yaşamalısınız.
" Sıfırla bir arasında sonsuz sayı vardır. 0.1 var, 0.2, 0.112 var ve sonsuza dek böyle gidiyor. Tabii sıfırla iki arasında daha çok sonsuz sayı vardır veya sıfırla bir milyon arasında. Bazı sonsuzluklar diğerlerinden daha büyüktür. Önceden sevdiğimiz bir yazar söylemişti bunu. Elime geçen sayılardan daha fazla yaşamak istiyorum. Tanrı biliyor ya Augustus Waters'ın da eline geçen sayılardan daha fazla yaşamasını istiyorum. Ama Gus, hayatımın aşkı bizim küçük sonsuzluğumuz için ne kadar teşekkür etsem az. Bana sayılı günler içinde sonsuzluk verdin. Seni çok seviyorum.."
Ecem ve ben hala dram filmleri kraliçesi olamadık.
Ecem,
Öğretmen olarak atanmayı beklerken orta yerimden bölündüm. Bir yarım turizme can veriyor diğer yarım yaşadığım duyguları filmlere alet ederek bu blogda dile geliyor.
İsminin birincisi Filmisyen'in sonsuz konfor sağladığı misafirlikteyim ^^
Ben,
Lojistisyen olarak çıktığım bu yolda ne olacağıma karar vermeye çalışmayarak savruluyorum. Burada da hayatıma dokunmuş filmler hakkında konuşuyorum.